Sanat ve Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sanat ve Edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2010 Pazar

Don Quixote'ye kim Alonso Quixano olduğunu söyledi?

Küçükken Don Quixote'yi, nam-ı Türkçe Don Kişot'u, okumayanımız yoktur. Hani şu aklını Şövalyelikle bozmuş meczup Alonso'nun yel değirmenleriyle savaştığı hikayesi.


Don Quixote, benim de her daim favorilerimden olmuştur, hem edebi eser olarak hem de karakterin ta kendisi olarak. Benim için Don Quixote, naif yürekli, ince düşünceli bir beyefendinin gri hayata karşı rengarenk hayalleriyle karşı koyma mücadelesidir.

Kimseye bir zararı dokunmadıktan sonra gerçeğe ayan beyan aymanın çok da bir faydası olduğunu kim iddia edebilir ki? Bırakalım 50'sine merdiven dayamış yaşlı mezcup Alonso Quixano, La Mancha'lı cesur şovalye Don Quixote olsun. Kendi gibi yaşlı sütçü beygiri asil Rosinante, cahil bir köylü olan Sancho Panza Don Quixote'nin uşağı, hiçbir şeyden haberi olmayan köylü kızı Aldonza Lorenzo da bırakalım Toboso'lu asil ve güzeller güzeli Dulcinea olsun. Kime ne zararı var sanki?

Şebnem Ferah'ın Değirmenler şarkısında da söylediği gibi:

"Belki de en güzeli böyle" hakikaten..

8 Ekim 2010 Cuma

Hallelujah..Hallelujah..

Hallelujah İbranice kökenli bir kelime, Hristiyanlıkta şükür ifadesi için kullanılıyor. Bizdeki Elhamdulillah lafzına denk bir anlamı var. Tam olarak "Praise Jehovah -the Lord-" olarak tercüme edilmekte.

Dini bir anlamı olan bu terim doğal olarak en fazla Hristiyan ilahilerinde sıklıkla kullanılmakta, bizse daha çok şarkılardan duyagelmişizdir:) Bu terimin geçtiği şarkılara şöyle bir göz attığınızda, sayının hatırı sayılır olduğunu göreceksiniz. Hem kendi anlamında hem de mecazi olarak söz yazarları tarafından oldukça popüler bir terim olduğu söylenebilir bu durumda.
Hallelujah denince akla ilk gelen şarkıcılardan biri de Jeff Buckley.

Buckley'in henüz 31 yaşında ve kariyerinin zirvesindeyken trajik bir ölümü var: Aslen Californialı olan Buckley yeni album çalışmaları için Memphis, Tennessee'ye gider. (Memphis aynı zamanda Elvis Presley'in evinin olduğu Graceland'i de barındırır sınırlarında.) Bir arkadaşı ile birlikte Mississipi Nehri kıyısına giderler. Buckley sonrasında Led Zeppelin'in Whole Lotta Love şarkısını söyleyerek kıyafetleri ile nehre girer..ve bu şarkı Buckley'in söylediği son şarkı olur. Buckley'in cesedi bir hafta sonra kıyıya vurur.

Buckley'in dinlerken insanı dinlendiren bu şarkısını her dinlediğinizde farkında bile olmadan nakaratlarında Hallelujah dediğinizin farkına varıyorsunuz. Hangi dilde olursa olsun hamd etmek güzel:)


*Biyografik bilgiler http://tr.wikipedia.org'den alınmıştır.

7 Ekim 2010 Perşembe

Endülüs'ün Süsü ve Bir Gerdanlık..

Bugün daha önce dinlemediğim, duymadığım bir edebi tür ile karşılaştım: Muwashah..Arapça kelime anlamı olarak "süslenmiş" anlamına geliyormuş. Arap edebiyatının bir uzantısı olan Endülüs edebiyatının, bilhassa da Endülüs şiirinin önemli bir tarzı Muwashah, ya da Türkçe'ye girdiği hali ile Muvaşşah..A.Yaşar Koçak* bu tarz üzerine kaleme aldığı yazısında "Muvaşşaha çoğunlukla beste ile okunmak için yazılırdı. Kasidede olduğu gibi bunlarda da medih, ağıt, övünmü, aşk v.b. gibi konular terennüm edilir" diye ifade eder.

Sözlü ya da enstrümental versiyonları mevcut, ve bu zamana kadar birçok farklı sanatçı tarafından icra edilmiş. Aşağıda benim en çok beğendiğim bir sözlü ve bir de enstrümental versiyonlarını bulabilirsiniz:

Sözlü versiyonu için:
by Bustan Abraham

Enstrümental versiyonu için:
by Adnan Karaduman

2006 yılında Endülüs'e gittiğimde bu şehrin garip büyüsüne kapılanlar kervanına ben de katılmıştım. O kadar aşina gelen ve aynı zamanda o kadar masallarda kalan bir yanı var ki Endülüs'ün..Üzerine yazılmış ne kadar yazı, söylenmiş ne kadar söz, dillerden dökülmüş ne kadar ezgi varsa, sırf Endülüs üzerine oldukları için efsunlu hale gelmiş sanki. Sanatı Endülüs'ü süslemiş, Endülüs sanatını taçlandırmış. Muwashah da bu süslerin şahı olmuş adeta. Dinleyince siz de hak vereceksiniz.

"Güvercin Gerdanlığı" (Tavku'l-Hamame fi'l-ülfe ve'l-ullaf)

Genelde muwashahlar aşk ve tasvir üzerine söylenegelmiş. Bustan Abraham grubunun söylediği Muwashah'ın sözlerini bulamadığım için, bu muwashah'ın ne üzerine olduğundan emin değilim. Ama dert etmedim sözleri bulamayınca, belki bir parça sevinmiş bile olabilirim:) Zira müziği sözlerini anlamadığımız bir dilde dinlemenin de ayrı bir büyüsü var; öyle ki bazen anlamını öğrendiğimizde hayal kırıklığına bile uğrarız. Bu yüzden bu muwashah size dinlediğiniz anda ne hissettiriyorsa, konusu varsın o olsun.

Bu arada yukarıdaki resmi merak edenler için not olarak düşeyim: Resme denk geldiğim ve yazı sonunda linkini bulabileceğiniz blogdan öğrendiğim üzere "Klasik İslam Edebiyatında, güvercinlerin boynunu çevreleyen halka biçimindeki tüyler –güvercin gerdanlığı-, boyna geçen ve sonsuza kadar kalan ‘aşk zinciri’ sembolü olarak kabul edilmiş ve Arap edebiyatında birçok şair tarafından kullanılmış."** Bu resim, kendisi de Endülüs'lü olan İbn Hazm'ın ünlü eseri Güvercin Gerdanlığı: Sevgiye ve Sevenlere Dair adlı kitabından uyarlanmış bir resim. Kendisi aşkı simgeleyegelmiş bir şehrin bağrından çıkan bir üstad yine aşk üzerine bir eser yazıyor. Değil mi ki bu eser de Endülüs'ün büyüsüne bulanmış, süsünden nasiplenmiş, bu durumda kulak vermek de bize düşüyor..

Muwashah ile başladığım yazımı Güvercin Gerdanlığı ile bitirmiş oldum. Hesapta olmayan bir birarada oluş oldu bu, ama çok yakıştılar birbirlerine sanki:)

6 Ekim 2010 Çarşamba

Orhan Veli'nin nesi var?

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

(Orhan Veli Kanık)

Orhan Veli denince ilk akla gelen şiirlerdendir Anlatamıyorum. Çoğumuz belki de ezberden okuruz bu şiiri de kaçımız Orhan Veli'nin gerçekte neyi anlatamadığını düşünmüştür acaba? Bir derdi var belli şairin, belki de tek kelime ile ifade edilebilecek bir dert. Şair anlatamıyorum diyor ama biz de anlamıyor muyuz acaba?

Biraz önce Nazan Bekiroğlu'nun Zaman Gazetesi'ndeki köşe yazılarına göz atıyordum. 6 Haziran 2010 tarihli yazısı başlığından mütevellit dikkatimi çekti. Yazarın mezun olan öğrencileri üzerine kaleme almış olduğu bir mezuniyet yazısı esasında. Benim ilgimi çeken ve hafif bir tebessümle yazıyı bitirmeme vesile olan kısım ise, yazarın sonda anlattığı anektod. Bazen içinde bulunduğumuzu hissettiğimiz muammaların çok basit ve tek kelime cevapları olabiliyor. Muammayı anlayınca da çözüme ulaşmaya bir adım yaklaşıyorsunuz. Bu yüzden hissiyatı ve düşünceleri meşgul eden durumlara bir isim koyabilmek önemli. Nazan Bekiroğlu'nun öğrencisi de tam da bunu yapmış. Bunu yaparken de az kelime ile nasıl çok şey nasıl anlatılır onu göstermiş. Buyrun burdan bakın:)

"Her yıl bir "Mezuniyet Yazısı" yazmayı alışkanlık haline getirdiğim söylenebilir belki. Başka türlüsü mümkün değil, mazur görün lütfen. Üstelik şu sevimli hikâye olmasa da bu yazıyı yazacaktım. Ama tebessüm olsun, onunla bitireyim:

"Sen de o gemidesin" telmihli onca "mumdan gemi ateş denizi üzerinde" yüzerken, bu kez taş ırmağına camdan gemiler düşerken final kâğıtlarını okuyorum. Orhan Veli'nin Anlatamıyorum'unu vermişim, düğümü, gelip malûm dizeler üzerine dizmişim: Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel/ Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu/ Bu derde düşmeden önce. Ve sormuşum: "Şair, şarkıların bu kadar güzel kelimelerinse kifayetsiz olduğunu neden daha evvel değil de şimdi fark etmektedir?" Hayret! Sınıfın onca parıltılı öğrencisi teknik meseleler üzerinde oyalanıp asıl cevabı şaşarken, tekrarın tekrarlısı bir kâğıda takılıyor gözlerim. Bir şeyler karaladıktan sonra cevabı bir çırpıda veriyor bizimki:

"Her ne kadar şair 'Anlatamıyorum' dese de ben anladım hocam. Şair âşık".

Yâ Rabbi! Böyle kâğıtları okudukça ben daha nasıl eskirim? Enes, sen çok yaşa e mi!"

(http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=992235)

4 Ekim 2010 Pazartesi

Kitabin son sayfasi..

Gectigimiz hafta basladigim ve cok severek okudugum Nazan Bekiroglu'nun Yusuf ile Zuleyha'si bugun bitti. Kitabi 2 defa Fatih'e gidip gelirken yolda bitirdim desem yeridir:) Bu hikaye bircok insanin algiladigi uzere salt bir askin hikayesi kesinlikle degil, aslina bakilirsa o cihetten bakildiginda bile modern zamanlarin ask algisindan fersah fersah uzakta bir ask kavrami var. Ama askin da otesinde beni bu kitapta en cok etkileyen sey aslinda sabir ve duanin gucu ve mucizesi..Tipki Zuleyha'nin kitabin sonunda Rabbine duasinda dile getirdigi gibi:

"Sen ki bana Yusuf'umu; bana, onu asmayi basardigim yerde suretimi ve gencligimi ve guzelligimi geri verdin...Bu, duanin mucizesi. Bir gun bu hikayeyi yazacak olanlar, bu mucizenin, ben mucizeye inandigim icin gerceklestigini yazmayi unutmasinlar."

Allah, peygamberlerinden sonra gelen garip kullarina tevekkul'u mucize olarak gondermis. Rabbim bu mucizeye inanmada daim eylesin hepimizi..

Bir sonraki kitabimi da yakinda sitemde gorebileceksiniz:) O zamana kadar bol cumleli gunler dilerim size..

1 Ekim 2010 Cuma

"Ne mutlu kalbine sen dusene, ve ne mutlu senin kalbine dusene"

Bazen etrafimiz soru isaretleri ile cevrili, gonullerimiz acabalarin agirligi altinda daralmisken, cevaplar hic ummadigimiz bir anda ve hic de ummadigimiz bir yerden geliverip, aklimizdaki bulutlari dagitabiliyor. Ardindan hava gunes acar mi bilinmez ama en azindan her yer bir anda daha aydinlik olabiliyor. Sonrasi Allah Kerim.

**
Bugun Fatih'te bir kursa Arapca dersi icin kaydolmaya gittim. Haftada 2 saat ozel ders ile ilerletmeyi planliyorum Arapcami. Bu arada ilk dersimiz bu Pazartesi oglen basliyor:)

Uskudar-Eminonu-Fatih rotasini izleyecegimden bir guzel yol arkadasi olan kitabimi da yanima aldim. Okurken Zuleyha'yi anladim, Zuleyha'yi dinledim; Zuleyha'yi okudum, kendimi anladim.

Zuleyha sabrinin Rab'den oldugunu bilmeden sabretti.

Ah bir bilseydi...O zaman da "susarak olmeyi degil, seyleyerek olmeyi sectim" diyecek miydi, sabrin imtihanin ta kendisini oldugunu, aslolana ulastiracak olan oldugunu bilmeyecek miydi?
Ah bir bilseydi...O zaman Hz. Yakub'un dedigi 'Bu halde bana dusen guzel bir sabirdir' demez miydi?

Dillendirildiginde ayni olmamasi yurekte hissedilenin, ve dahasi dillendirilmek istendiginde yetmemesi kelimelerin, hepsi sabra sabir gosterememizden belki de. Degil mi ki "Zuleyha, Yusuf'a bir mektup yazmaya baslayinca. Yusuf diye basladi, Yusuf diye bitirdi. Gordu ki hitaptan oteye gecemedi. Anladi ki askin namesinde ser-nameden ote kelam yok. Ve Zuleyha'nin lugatinde Yusuf'tan baska sozcuk yok."

**
Donuste bir simit alip, Eminonu Kadikoy iskelesinden motora bindim. Motorun hareket saatine 15 dk vardi, etrafima baktim. Tam karsimda Galata Kulesi..Kulenin alt pencerelerinden birinden beyaz bir isik geliyordu. -Zannedersem orada durbunle sehre bakiliyor, muhtemelen isik durbunun merceginden yansiyordu- Ama o durbun hep orada vardiysa da ben beyaz isigi ilk defa bugun gordum. Hangi vesileyle, ne icin ya da kim icin parladi bilmiyorum, zaten bu cok da onemli degil, sadece o anda okudugum kitap, hafif esen ruzgar, yemekte oldugum simit, ve Eminonu'nun o kendine has ugultusu, hepsi benim icindi sanki. Motor hareket saati 15:35'e kadar isik parladi, motor hareket etmeye baslamisti ki sondu, Galata Kulesi de geride kaldi.

(Alintilar: Yusuf ile Zuleyha, Nazan Bekiroglu)

Zuleyha'yi Anlamak..


Zuleyha'yi Zuleyha yapan Leyla'dan olan farkiydi, Sirin'den ve Asli'dan olan farkiydi. O, ne ugruna coller asilan, ne daglar delinen, ne de yanip kul olunan olmustu. Masukuna ulasma gayreti ve cilesi erkeklerin kaderi ve bahti olmustu. Onun bahtina dusense Yusuf'un gomlegini yirtmak olmustu. Zaten bu sebepten degil midir, cileyi ve gayreti cekene aski hak gormemiz ve dahi Zuleyha'ya hak vermemiz.

"Bir ben gibisi olmayacak aranizda..
Fethedilen degil fethe kalkisan olarak kalacak gecmis ve gelecek zamanlara adim.
Acim acinizdan,
gucum gucunuzden cunku daha fazla
ask benim hakkim."

Zuleyha once tereddut,

"Kossam dedi Yusuf'a, hic olmazsa.
Basaramadi. Basaramadiginin nedenini de bir turlu bulamadi. Neydi kendini tutan? Korku? Iyi ama dedi askim korkumdan buyuk degil mi?
Degildi! Zuleyha henuz korkusu askindan buyuk olan bir oykuydu."

Sonra sabir,

"Zuleyha'nin bir adi korku. Ama iste Zuleyha'nin obur adi askti. Her halde zamani vardi. Askin bir adi da sabirdi" ve "Zuleyha sabrinin Rab'den oldugunu bilmeden sabretti."

Ve en sonra da atesti. "Zuleyha ne kadar atesse, Yusuf o kadar iffetti."

"Tufandan kurtulmak icin kendi derinligine akan bir irmak gibi; akmasam sana olurdum Yusuf, aktim, yine oldum. Kendi olumumun seklini secmem ozgurlugumse susarak olmeyi degil, soyleyerek olmeyi sectim."

Zuleyha'yi anlamak, askin-asikin ve masukun kendini bulmasi ve bilmesi icin gecilmesi gereken safhalari anlamak demekti.

(alintilar: Yusuf ile Zuleyha, Nazan Bekiroglu)

20 Haziran 2009 Cumartesi

donna donna...



**özgürlüğünün kıymetini bilenlere ithafen..**

Bu şarkıyı ilk defaa geçen hafta yayınlanan "Bir Şarkısın Sen" adlı programda duydum, duyduğumdan beri de dilime dolandı..İnsanın içinde bir yerlere dokunan, hem hüzünlendiren hem de garip bir şekilde huzur veren bir şarkı kesinlikle..

Şarkının tarihine bakacak olarsak, şarkının sözleri her ikisi de Yahudi olan Aaron Zeitlin, müziği ise Sholom Secunda'ya ait. Zaten şarkının orijinali de Yiddish dilinde : "Dana Dana" Şarkı 1940 yılında "Esterke" adlı müzikal için yazılmış, yani Nazi Almanya'sı döneminde..

Şarkının aşağıda Joan Baez tarafından 1960 yılında söylenen ingilizce versiyonundaki sözlerinden de görülebileceği üzere, hikayesi tren vagonunun üzerinde gökyüzüne doğru umarsızca kanat çırpan kırlangıcın özürlüğüne imrenen bir buzağının hikayesini anlatmakta..

Zaten bu tüm "yularlar"dan kurtulmaya çalışma/ya da hiç değilse bunun hayalini olsun kurma, kısaca özgürlüğe yaptığı bu vurgu nedeniyle, şarkı Güney Kore'de komünist şarkı yaftasıyla yasaklanmış.


Şarkı 1960 yılında Joan Baez tarafından seslendirilmiş olup, günümüze kadar o dönemin hippileriyle, nam-ı diğer "Çiçek Çocuklar"la en az o çok meşhur Vosvosları kadar özdeşleştirilmektedir.

Kaynak: Wikipedia

Komün hayatını savunan ve her türlü siyasi/dini/sosyal yetkiye başkaldıran bu "Çiçek Çocuklar"ın çiçeklere yakışmayacak şekilde ahlaki çöküntü içinde yaşamlarını sürdürmüş ve çoğunun da bu çöküntü içinde ya intihar ya da uyuşturudan hayatlarını kaybetmiş olmaları özgürlüğünün tanımı ve kelime anlamıyla tezatlık oluştursa da "sınırları"nın sorgulanması gereğini de ortaya çıkarmakta aslına bakılırsa..

İngilizce versiyonunu dinlemek isteyenler için, buyrun, Joan Baez'in sesinden "Donna Donna":

Link: Joan Baez Donna Donna

*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?