28 Haziran 2009 Pazar

"Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?"

Onunla çok geç, çok geç tanıştım...

Hani bazı şeyler vardır, hiç tanımasanız, hiç bilmeseniz bile sizin için özeldirler, özel oldukları için zaten, hep tanışmanızın da özel olması gerektiğine inanırsınız..Mesela bende Kız Kulesi'nin böyle bir etkisi vardır laf aramızda..Boynunda atkısı ve altın bukleleriyle "Le Petit Prince"in de öyle...

Onu bugün tanıdım..Geç diyorum ama Küçük Prens'le bugün tanıştığımı söylediğim büyükler bu şekilde tepki verirlerdi, "Daha önce okumamış mıydın??" Oysa bunu o duysa, bu düşünceyi saçma bulurdu ve muhtemelen de "şu büyükler ne kadar da tuhaf," derdi, "olmamış bir şeye üzülmek saçma, olmuş olana hayıflanmak ise yersiz."

***
"Büyükler kendi başlarına hiçbir şeyi anlayamıyor, çocuklar ise aynı şeyin tekrar tekrar anlatılmasından sıkılıyorlardı." -bölüm 1-
***

Antoine Saint-Exupery'nin kalemiyle canlanan ve okuyan kişinin dünyasına/Dünyasına hoş gelen Küçük Prens'i bugün tanıdım..İlkokul ya da ortaokulda müfredetta okutulan kitaplar arasında değildi, o yüzden o yaşlarda okumamıştım, ama muhtemelen o zaman okusam şu an hissettiklerimden farklı hislerle dolu olurdum. Ne hissederdim merak ettim şimdi, hayallerin daha bir uçsuz bucaksız olduğu çocuk zihnimden neler geçerdi, kalbimi nasıl ya da ne kadar titreterdi acaba? belki de kitabı okuduktan sonra bir kitap daha bitirmiş olmamın verdiği mutluluk ve gururla arka bahçeye bisiklet binmeye, ya da kantinin önündeki dar alanda yakantop oynamaya giderim, belki de alıç ağacının dallarına doğru atılan taşların ardından pıtır pıtır yerlere dökülen alıçları toplamaya giderdim. Kimbilir...Bunu bilebilmem için artık çok geç.. (burada çok geç diyebilirim sanırım, bunu Küçük Prens de onaylardı)

Küçük Prens'i bugün tanıdım, ve iyi ki de tanımışım...Bir solukta okudum 27 bölümde yazarın anlattıklarını...Okurken "Büyüklere" hem çok güldüm, hem kızdım, biraz da onlardan olmadığım için içim rahatladı..henüz değil, henüz onlar gibi değilim, ve umarım hiçbir zaman da olmam..

***
"Onlar şekillerden hoşlanırlar. Onlara yeni tanıştığınız bir arkadaştan bahsetseniz, asla en önemli soruları sormazlar. Size arkadaşınızın sesinin nasıl olduğunu, hangi oyunları tercih ettiğini, ya da kelebek koleksiyonu yapıp yapmadığını hiçbir zaman sormazlar. “ Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Babası kaç lira kazanıyor? “ gibi şeyler sorarlar. Ancak bunları bildiklerinde onu tanımaya başladıklarını düşünürler."

"Onlara “ Pembe tuğlalardan yapılmış bir ev gördüm, pencerelerinin kenarında sardunyalar, çatısında güvercinler vardı” diyecek olsanız, böyle bir evi hayal edemezler bile. Onlara “ Yüz bin dolar değerinde bir ev gördüm “ demeniz gerekir. O zaman “ Ah, ne kadar güzel bir ev! “ diyeceklerdir." -bölüm 4-
***

Kitabı okurken, yazarın dünyamıza, insanların hayatlarına dair acıtmadan iğneleyen sözlerinin ne kadar da doğru olduğunu düşünüp şaşırmadan edemiyor okur. Kocaman bir gezegenimiz, gezegenimizde milyonlarca gül, tilki, yıldız, kuyu, dağ, koyun ve Küçük Prens'in tanık olmadığı daha nicesi var..Oysa biz kendimizle, kendi o hiç bitmeyen "önemli işlerimizle" o kadar meşgulüz ki, birilerine hükmediyor olmakla, birilerini kendimize hayran bırakmaya çalışmakla, bir şeyleri unutmaya çalışmakla, şemalar çizmek ve bir şeylere sahip olmakla o kadar meşgulüz ki....koyunun çiçeği yiyip yememesi gibi önemli bir konu bile bize önemsiz gelebiliyor..

***
"Ve evrende başka hiçbir gezegende yetişmediğini bildiğim bir çiçeğim varsa ve küçük bir koyun onu bir sabah, ben fark etmeden, tek bir ısırıkta yok ederse, bu önemsiz bir şey midir? " -bölüm 4-
***
Küçük Prens'i bugün tanıdım, ama iyi ki tanımışım..Genelde birçok insana basit ya da olağan gelen şeylerden mutlu olabiliyorum, bununla mutlu olabilmek bile bazen beni başlı başına mutlu edebiliyor üstelik:) -düşününce şimdi yine mutlu oldum:P- Küçük Prens'in dünyanın tozu ve kiri ile kirlenmemiş "dünyası" okura kendi içinde bulunduğu dünyasında farklı bir kapı açıyor sanki..bu gece yıldızlara bakarken gülümsersem şaşırmayacağım mesela, biri bana neden gülümsediği sorarsa da belki de "yıldızlar beni hep gülümsetir" diyeceğim, ve Küçük Prens bana da kötü bir oyun oynamış olacak..

***
"“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yerde her şey o kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”

Bir kez daha güldü.

“Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!”

“Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.”

“Anlamıyorum...

“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”

“Ne demek bu?”

“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“

Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.

“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”

Ve bir kez daha güldü." -bölüm 26-
***

Seni geç tanımış olabilirim ama seni tanıdığıma ben de çok memnun oldum Küçük Prens..Umarım çiçeğin iyidir, ve umarım yazarın iplerini çizmeyi unuttuğu ağızlık için bir alternatif bulmuşsundur küçük gezgeninde...ve yazarın kitabın sonunda okurlarından rica ettiği gibi bir gün yolum Sahara Çölü'ne düşerse, senin geldiğin ve geldiğin gibi ortadan kaybolduğu o yeri bulabilirsem seni düşünüp, mutlu olacağım..Şimdi seni tanıdım, belki o zaman seninle tanışırım bile..Kimbilir..

Hepimizin kendi Küçük Prenslerimizle tanışabilmemiz temennisiyle..

Dolu yağıyor dolu da başıma tane tane:)

Geçtiğimiz günlerden bu yana canım ülkemin farklı farklı illerini etkisi altına alan dolu, şehr-i İstanbul'u da es gemedi, biraz önce başlayan dolu 15 dakika boyunca devam etti. Neyse ki buraya düşenler ceviz büyüklüğünde değildi:)

Özellikle yazın gelen yağıştan sonraki toprak kokusunu çok seviyorum...bahar temizliği gibi, havanın kirini, pasını, tozunu alıyorlar sanki--sonrasında bir duruluk, berraklık...tam insanın içine çekilesi....
********

parmaklardan dökülen sözler...

Ta küçüklüğümden beri, işaret diline, onu öğrenmeye, ve "konuşabilmeye" karşı ayrı bir ilgim oldu. Bu hayalimi hayata geçirebilmek internette yaptığım amatör araştırmalar dışında pek nasip olmadı, ama hala vazgeçmiş de değilim. Bu eğitimi profesyonel olarak alabileceğim kursları araştırmıştım zamanında, ama benim bulabildiğim ya da bulamadığım kadarıyla, fazla miktarda kurs da pek mevcut değildi.

Ama dedim ya insan hayallerini zaman zaman nadasa bırakıyorsa da tamamen vazgeçemiyor, bir gün geliyor, olmadık bir anda bir yerden bir alev çakıyor beyninizde ve aklınıza düşüveriyor yine kadim hayaliniz, sonra yine aynı heves, aşk ve şevk başlıyor..işaret dilini öğrenmekle ben de bu döngü içerisindeyim anlayacağınız..Geçen gün resimlerle kendimi/hayallerimi/yaptıklarımı anlattığım "yazım"da hayallerimi düşünürken, birden o alev yine çaktı beynimde..dün de yeni bir site keşfettim: http://www.turkisaretdili.com/ İsmine bakıldığında googleda ilk bakılması gereken site gibi gelebilir, ama daha önceki araştırmalarımda --ki en az birkaç sene öncesine dayanıyor bu--bu siteyle karşılaşmamıştım sanki, nasıl olur diye sormayın:) olmuş işte..

Velhasılı, geç olsun güç olmasın hesabı, şimdi bu siteden kelime çalışıyorum yine kendi çapımda, ama en yakın zamanda bu işi profesyonlece öğrenebileceğim bir kursa da başlamak istiyorum. İsmek'in verdiğini biliyorum..Kursun sadece engeli öğrencilere açık olduğunu duymştum ama detayı ile ilgili email attım, bakalım sonucu ne olacak..

Bu arada da dün yukarıda belirttiğim sitede A,B,C harflerinden seçilen kelimleri bitirdim, bugün kendimi sınav bile yaptım:) bir aya kadar tüm alfabeyi bitirebilmeyi ümit ediyorum..Bakalım, başlamak bitirmenin yarısı derler ne de olsa:)

Hepimize en yakın zamanda hayallerimizi yaptıklarımız arasına katabilmemiz temennisiyle...

25 Haziran 2009 Perşembe

Hoşgeldin Ya Şehr-i Recep...

Ramazan'ın habercisi, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in "Allah'ın ayı"* olarak nitelendirdiği mübarek Recep ayı ile üç aylarla şükürler olsun bu sene de müşerref olmuş olduk..Bugün Regaib Kandili, yani Receb'in ilk Cuma gecesi...

*Recep Allah'ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan ise ümmetimin ayıdır

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Beş gece vardır ki, onlarda yapılan dualar geri dönmez, kabul olunur: Receb'in ilk gecesi, Şâban yarısı gecesi, Cuma gecesi, Ramazan Bayramı gecesi, Kurban Bayramı gecesi."

Rabbim, cümlemizi bu geceyi ve mübarek üç ayların hakkını verebilenlerden eylesin inş...

Regaib kandilinizi kutlar, güzel başlangıçlara ve hayırlara vesile olmasını temenni ederim..

selamlar...

20 Haziran 2009 Cumartesi

donna donna...



**özgürlüğünün kıymetini bilenlere ithafen..**

Bu şarkıyı ilk defaa geçen hafta yayınlanan "Bir Şarkısın Sen" adlı programda duydum, duyduğumdan beri de dilime dolandı..İnsanın içinde bir yerlere dokunan, hem hüzünlendiren hem de garip bir şekilde huzur veren bir şarkı kesinlikle..

Şarkının tarihine bakacak olarsak, şarkının sözleri her ikisi de Yahudi olan Aaron Zeitlin, müziği ise Sholom Secunda'ya ait. Zaten şarkının orijinali de Yiddish dilinde : "Dana Dana" Şarkı 1940 yılında "Esterke" adlı müzikal için yazılmış, yani Nazi Almanya'sı döneminde..

Şarkının aşağıda Joan Baez tarafından 1960 yılında söylenen ingilizce versiyonundaki sözlerinden de görülebileceği üzere, hikayesi tren vagonunun üzerinde gökyüzüne doğru umarsızca kanat çırpan kırlangıcın özürlüğüne imrenen bir buzağının hikayesini anlatmakta..

Zaten bu tüm "yularlar"dan kurtulmaya çalışma/ya da hiç değilse bunun hayalini olsun kurma, kısaca özgürlüğe yaptığı bu vurgu nedeniyle, şarkı Güney Kore'de komünist şarkı yaftasıyla yasaklanmış.


Şarkı 1960 yılında Joan Baez tarafından seslendirilmiş olup, günümüze kadar o dönemin hippileriyle, nam-ı diğer "Çiçek Çocuklar"la en az o çok meşhur Vosvosları kadar özdeşleştirilmektedir.

Kaynak: Wikipedia

Komün hayatını savunan ve her türlü siyasi/dini/sosyal yetkiye başkaldıran bu "Çiçek Çocuklar"ın çiçeklere yakışmayacak şekilde ahlaki çöküntü içinde yaşamlarını sürdürmüş ve çoğunun da bu çöküntü içinde ya intihar ya da uyuşturudan hayatlarını kaybetmiş olmaları özgürlüğünün tanımı ve kelime anlamıyla tezatlık oluştursa da "sınırları"nın sorgulanması gereğini de ortaya çıkarmakta aslına bakılırsa..

İngilizce versiyonunu dinlemek isteyenler için, buyrun, Joan Baez'in sesinden "Donna Donna":

Link: Joan Baez Donna Donna

who am i?:)

hayat bulanlar ve hayalimdekilerle ben..




19 Haziran 2009 Cuma

Inkheart..

INKHEART..
Mürekkep Yürek...Cuma gecesi izlediğim film..Masallarla gerçeğin birbirine karıştığı anları arayanların kesinlikle kendilerini bulabilecekleri, yüzünüzde tebessümle noktalayacağınız hoş bir film..cuma gecesini geçirmek için ideal:) (cmt gecesi planından sonra cuma gecenizi de bloke ediyorum:P)

Lain Softkey'in prodüktörlüğünü ve yönetmenliğini yaptığı, Brendan Fraser, Paul Bettany, Helen Mirren ve küçük yıldız Eliza Hope Bennett'in başarılı performanslarıyla taçlanan 2008 yılı yapımı bu filmin başarılı bir kitap uyarlaması olduğunu tahmin ediyorum:) tahmin ediyorum, zira kitabı henüz okumadım...


Cornelia Funke'nin kaleminden çıkan hikaye, sözcüklerin gücünü izleyicinin karşısına görsel bir şölen olarak ortaya çıkarıyor . Yazıya döküleni dile getirmeleriyle, hayali kahramanlara gerçek hayatta can veren "silvertongue"ların her lütuf sahiplerinde olduğu gibi ödemeleri gereken bir bedel olacaktır. Büyülü bir konuya sahip bu büyülü filmin detayına girerek büyüsünü bozmak niyetinde değilim, tıpkı kendi akıbetini öğrenmek istemediği için inkheart kitabının yazarı Fenoglio ile karşılaşmaktan korkan Dustfinger -Paul Bettany- gibi..
Sadece filmin her masal gibi bittiğini öğrendiğinize şaşırmayacağınızı tahmin ediyorum:)
Siz bu yazıyı okurken, size eşlik etmesi için şarkının soundtracki "My Declaration"i size dinletmek istedim, ancak embedded link hata verdiği için ne yazık ki bunda başarılı olamadım, ama size dinlemenizi tavsiye ederim..
yine de iyi seyirler...

6 Haziran 2009 Cumartesi

akşam sefası..

cumartesi akşamınız için dinlenesi ve aynı zamanda bendenizin de son günlerde dinlemekten çok büyük zevk aldığım müzikleriniz de benden olsun..sayfanın altına doğru buyrunuz efendim:) iyi dinletiler...

yak gel..

bu aralarki son favorim: mimoza çiçeği

senede bir gün:)

tam bir sene iki gün...:)) tevafuk olmuş hakkaten, eski bir dostu yad eder gibi yazdı parmaklarım sultananın adresini browsera..meğersem klavyemden dökülen son cümlelerin ardından sessiz sedasız varoluşunun birinci seney-i devriyesini tamamlamış 2 gün önce sevgili blogum:)

uzaklardayken geride bıraktıklarıma ithafen başladığım blogum, aslında kendime yazdığım mektuplarım oldu..merhaba ile başlayıp, yakında görüşmek üzere temennisiyle bitirdiğim...burada olduğu gibi hep üç nokta ile sonlandırdığım...kaldığı yerden devam etmeye mecbur bırakan...

bugün kaldığım yerden oldukça farklı bir noktayım..dile kolay, kıtalar ve zamanın değiştiği bir anımda yazıyorum şimdi..

çok geç te olsa hoşgeldim ülkeme...

selamlar, sevgiler...
*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?