12 Aralık 2009 Cumartesi

supermen...(Dino Merlin & Zeljko Joksimovic)

BOSNA'DA BAYRAM..


‘Yakınlaştıran’ demektir Kurban: kulu Rabbine yakınlaştıran, ve aynı zamanda kulu kula, kardeşi kardeşe yakınlaştıran, arada köprüler inşa eden, uzağı yakın eden…’Paylaşmak’ demektir Kurban: rızkı, sevgiyi ve de yaşanmış ya da halen yaşanılıyor olan acıları paylaşmak..

Kimse Yok Mu Derneği, bu Kurban Bayramında Bosnalı kardeşleri ile buluştu. Değerli bağışçıların kurbanlarını ihtiyaç sahiplerine dağıtmak, Bosnalı kardeşlerimizle sevinç ve üzüntülerini paylaşmak, onlara ‘Yalnız değilsiniz, kardeşleriniz burada,’ demek için Bosna’daydık.

Arefe Günü, Bosna Havaalanından başkent Saraybosna’ya inip, otele yerleştikten sonra, ilk Boşnak kahvemizi içmek üzere Saraybosna’nın merkezi olan Başçarşı’ya doğru hareket ettik.

Taşlı sokakları, sokakların iki yanında sıra sıra dizili küçük dükkan ve lokantaları, adım başı göğe yükselen minareleri ve ortasındaki ahşap oymalı sebili (Sebilj) ile Başçarşı’da yürürken, 21. yy’da değil, sanki 15. yy Osmanlı topraklarında yürüyor gibi hissediyor insan kendini. Vefa ve sadakatleri ile bilenen Bosna halkı, çok sevdikleri Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmış, her türlü tahribe ve yağmaya karşı yine de onu ayakta tutmayı başarabilmişler.


Neler yoktu ki Başçarşı’da: Son savaş zamanı karargah olarak da kullanılan Moriça Han’da lokum ve kıtlama şeker eşliğinde içilen Boşnak Kahvesi, meşhur Boşnak böreği, şehrin doğusu ile batısı ve güneyi ile kuzeyini ayıran “Yavaş Akan Nehri” (Millijetska), I. Dünya Savaşı’nı tetikleyen, üzerinde Avusturya-Macaristan prensi Franz Ferdinand ve eşinin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldüğü Hünkar Köprüsü, ve suyundan içenin ölmeden bir kez daha Bosna’ya geleceğine inanılan Sevda Çeşmesi’yle Başçarşı, Saraybosna’nın kalbi olmayı kesinlikle hak ediyordu.


Bayramın 1. Günü:

Ailelerinden uzakta geçirecekleri bu bayramın sabahında, Kimse Yok Mu ekibi, bayramı birbirleriyle bayramlaşıp, kucaklaşarak kutladılar.

Sonrasındaki durak, dağıtılacak olan kurbanların kesim alanıydı. Bağışçıların adlarının okunması ve dualar eşliğinde kurbanlar kesilip, dağıtım için hazırlandı. Bu hazırlıklar devam ederken, gönüllülerden bir grup da bir sonraki gün dağıtılacak olan kavurma için şehirdeki Türk Kolejinde etlerin doğranmasına yardımcı oldular.

Bayramın 2. Günü:

Bayramın 2. günü, onlarca Bosnalı aile gibi, bizim de ilk durağımız ülkenin dört bir yanına dağılmış olan şehitliklerden Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in de kabrinin bulunduğu Başçarşı Şehitliği idi.
Şehitliğe giden yol boyunca, farklı zamanlara ait iki şehitlik karşı karşıya uzanıyor: bir yanda bundan 500 yıl önce bu topraklara ezanı getiren Akıncıların mezarları, diğer yanda ise 500 yıl sonra bu ezanı korumak için son savaşta hayatını kaybeden şehitlerin mezarları..

Tıpkı üstad Yahya Kemal’in ‘Mohaç Türküsü’nde kaleme aldığı gibi:

“Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber,
Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.
Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden
Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden.”


Doğum ve ölüm yılları arası 30 yılı bile bulmayan onlarca şehit mezarının arasından, ekibimiz ülkenin ilk Cumhurbaşkanı, Bosna’nın kurucusu Aliya İzzetbegoviç’in de mezarını ziyaret ettiler. Rahmetli Cumhurbaşkanının tevazu ve idealizmi mezar taşında da kendini gösteriyordu: Allah’ın kulu (Abdullah) diye başlayan mezar taşı, Aliya’nın mücadelesinin de temelini oluşturan “Büyük Allah’a yemin olsun ki, bizler köle olmayacağız.” Sözü ile bitiyordu.


15. yy’da, Fatih Sultan Mehmet Han, Bosna’yı fethettiği zaman Osmanlı Devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini serbestiyet getirir, ve bunu 1463 tarihli İnsan Hakları Ahidnamesi’nde de ferman buyurur.

Müslümanlığın doğasında olan ve Osmanlı’nın da büyük bir titizlikle tatbik ettiği bu hoşgörü ve yabancı gönüllerin fethedilmesinde, şüphesiz bayramlar da önemli bir vesiledir. Bu düsturdan, Bayramın 2. günü, Şehitlik ziyaretinin akabinde, Kimse Yok Mu gönüllüleri bu sefer Başçarşı’da din ve milliyet ayırt etmeksizin tüm Bosna Halkına kavurma dağıtımı organizasyonunu gerçekleştirdi.


***
Kavurma dağıtımının akabinde, Kimse Yok Mu gönülleri Saraybosna’daki Türk Koleji’nde düzenlenen konser programına davetliydi. Mehmet Bey’in şefliğinde Fatih Sultan Mehmet İlahi Gençlik Korosu Türkçe, Boşnakça, Farsça ve Arapça seslendirdikleri ilahileri ile dinleyenleri büyülediler. Programın doruk noktası ise, şüphesiz Bünyamin adındaki Bosnalı gencin Boşnakça ve Türkçe olarak okuduğu Bosna Şiiri‘ydi. “Tek vatanımın adı Bosna Hersek’tir/ Ve başka bir şey de olamaz,” mısralarıyla başlayan ve “Vatanımın annesi Türkiye’dir,” mısrasıyla biten duygu yüklü şiiri tüm salon ayakta alkışladı.

Bayramın 3. Günü:


Bayramın 3. günü Kimse Yok Mu gönüllüleri, hazırlanan kurban paketlerini belirlenen 70 Boşnak aileye ulaştırmak üzere Rogatica şehrine doğru yola koyuldu. Geleceğimizi haber alan ve farklı köylerden gelen Boşnak ailelerle İBB iştiraklerinden Kiptaş A.Ş.’nin şehirde yaptırdığı Rogatica Camii’nde gerçekleştirilen tanışma ve bayramlaşma sonrasında, ekibimiz, küçük gruplara ayrılarak farklı Boşnak köylerine gittiler.


7 yıldan beri ilk defa köylerine misafir geldiğini söyleyerek, bizi evlerine büyük bir mutlulukla davet eden Boşnak teyze ve amcalar, bizi birbirinden lezzetli baklava, meyve şerbeti ve kahvelerle ağırladılar. Belki de kimsenin gelmeyeceğini bilmelerine rağmen, bayramın ruhunu yaşatmak adına yaptıkları ve biz gelene kadar bozulmamış olan baklava tepsileri Boşnak misafirperverliğini ve bayramlara gösterdikleri önemi sergiler gibiydi.


Bosna’da, Boşnak köylerinde, Türkler özlenendi, beklenendi. “Türkler geldi,” diye karşılıyorlardı bizi: “120 yıl önce bıraktığınız topraklara geri geldiniz, geleceğinizi biliyorduk, hoş geldiniz,” diyorlardı. Bir başkaydı bayram Bosna’da. Zamanın ve yolların ayırdığı ama gönüllerin hiç ayrılmadığı Bosnalı kardeşlerimizle vuslatımızdı bayram. Akan mutluluk gözyaşlarının ardında samimi bir kucaklaşmaydı, ikram edilen bir fincan kahve, öpülüp başa konan bir el, ve “yine gelin,” temennisiydi. Bosna’da bayram unutulmayacak olandı.


Bayramın 4. Günü:


Kurban dağıtım organizasyonunu tamamlayan Kimse Yok Mu ekibinin, Bosna’ya veda etmeden önceki son durağı, ülkenin güneyinde yer alan ve ülkenin sembolü olan tarihi köprüsü ile bilinen Mostar şehriydi. ’93 yılında Hırvatların 7 nokta atışı ile yıktıkları Mostar Köprüsü’nün apayrı bir yeri vardı şüphesiz Boşnakların yüreklerinde. Köprünün yıkılması ile asıl amaçlanan, savaş zamanı Boşnakların en değerli silahları olan ümitlerini yıkmaktı. Oysa ki bu yıkım, tam tersi bir etki yaratacaktı. Onlar, “Büyük Allah’a yemin olsun ki, bizler köleler olmayacağız,” diyen bir liderin çocuklarıydılar. Avrupa’nın ortasında bir başlarına da kalsalar; ümitleri, inançları ve bitmek bilmeyen azimleriydi onları ayakta tutan ve zaferin önünü açan. “93’ü unutma!” yazılı taşlarıyla da işte tam bunu anlatıyorlardı. Nereden geldiğini ve daha da önemlisi nereye gitmesi gerektiğini bilen mütevazi ama mağrur, başı dik bir Bosna vardı Mostar’da.


Mostar yolu üzerinde uğradığımız Blagaj’daki huzur diyarı Alperenler Tekkesi, savaş zamanı sniperların kurşunlarından kaçabilmek için yapılan Tünel ve şu an AB tarafından sit alanı ilan edilip, savaşta bombalanmaktan son anda kurtulan 38 haneli son Osmanlı Köyü, Poçitelj ziyareti ile Bosna turunu tamamlayan Kimse Yok Mu gönüllüleri, kulaklarında Fatih Sultan Mehmed Han’ın “Ey Şehr-i Bosna, gün olur buradan gider isek, sana namert eli değmesin” sözü, ve yüreklerinde uzun yıllar boyunca yalnız kalan, yalnız bırakılan Bosnalı kardeşleri için bundan sonrasında hasret değil, vuslat olabilme temennisiyle azmin, sadakatin ve tevazunun diyarı Bosna’ya bir sonraki buluşmaya kadar veda ettiler.


Artık çocukların şeker toplamak için bile kapımızı çalmadığı günümüz bayramlarında, Bosna'da bu Bayram, bayramın ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini hatırlattı aslında bize. Dünyanın 4 bir yanında sarılıp bayramlaşmayı, bir dilim baklava, bir fincan kahve ikram etmeyi, "Hoşgeldiniz" demeyi bekleyen o kadar çok kardeşimiz var ki..

Bayramlarınızın bayram tadında geçmesi temennisiyle..

BOSNA ŞİİRİ...

Bosna’ydı gördüğüm rüyamda,
Dağları, ormanları, ırmaklarıyla
Benim de vatanımdı o.
Gözüyaşlı, yüzü mütebessim Tetka ve Micolarıyla

Benim de vatanımdı.

Yaralıydı gördüğüm Bosna rüyamda,
Yaraları henüz kabuk bağlamamış.
Yaralı ama mağrurdu gördüğüm Bosna rüyamda,
Zalimin zulmünde düşmüş olsa da bedenleri,
Düşmemişti öne başları;
Yıkılmış olsa da minareleri,
Susmamıştı ezanları.

Bosna’ydı gördüğüm rüyamda,
Siyahların arasında göğe yükselen bembeyaz şehitlikleriyle
Benim de vatanımdı o.
“Onlara ölü demeyiniz” ayeti ile başlayıp, Fatiha ile bitiyordu mezar taşları.
Doğum ve ölüm yılları arasında 30 yıl bile olmayan şehitleri
Benim de abim, benim de kardeşimdi.
Başlarında sessizce döktükleri gözyaşları ile
Benim de annem, benim de babamdı onlar.

Acıları vardı benim gördüğüm Bosna’nın.
Ama bir de umutları.
Öyle bir umut ki, sönmeyen ateşleri söndüren,
Külleri yeniden alevlendiren.
Küllerinden doğan bir Bosnaydı gördüğüm rüyamda.
Dizleri üzerinde doğrulurken,
Minarelerinden sancaklar dalgalanan.
Herkesin yüzü Avrupa’ya dönükken,
Yüzleri Osmanlı torunlarına dönük olan.

Bir Türkiye vardı rüyamda.
120 yıl önce bıraktığı kardeşine kucak açan,
Ona omuz veren, destek çıkan, umut veren.
Ve artık hiç yalnız bırakmayan.

Bir dua vardı rüyamda,
“Türkler geri gelecek” diyordu,
“Türkler geri gelecek”
Uzun süren bir uykudan uyanır gibi gelecek.

Bosna’ydı gördüğüm,
Ve rüya da değildi tüm gördüklerim.

(V.Ö., 2009)

*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?