A'mâk-ı Hayâl'in şerhini okumaya başladım. Bir şeye fazlasıyla şaşırdım, kendime de şaşırdım, bildiğimize duyduğumuz sonsuz güvene de.
Leylâ ve Mecnun'un hikayesinde temelde söylenen Mecnun'un Leylâ'dan Mevlâ'ya geçme faslını ben beşeri aşk yolu ile Mutlak Aşk'a ulaşma yolculuğu olarak algılardım. Bu şerhte aşağıdaki paragrafı okuyunca, altımdan sandalyem çekilmiş gibi hissettim.
“Mecnûn’un Leylâ’ya aşkı başlangıçta beşeri bir aşk idi, sonradan Leylâ yerine Mevlâ’yı buldu ve aşk ilahi aşka dönüştü” gibi basit bir yorumu tamamen terk etmemiz gerekir. Leylâ ve Mecnûn hikayesi ilâhî aşkı da anlatmaz. Mecnûn; kendisini Ahad’dan ayrı bir varlık zanneden bilincin tekrar Leylâ’ya; yâni kendi Ahadiyetine dönüşünün hikâyesidir. İnsanın kendi hakikatini idrakidir...Allah’dan gayrı varlığı olmayanın kendine olan aşkıdır. Allah’ın kendine olan aşkının hikâyesidir.
Kitabın tamamında bazen alenen bazen de satır aralarında ama sürekli altı çizilen İki'nin aslında Bir olduğu gerçeği ile birden örtüşüverdi zihnimde yukarıda şerh düşülen bu dipnot.
Öyle ya..
Elîf de Bir, nokta da Bir..
It has always been a matter of choice. Although all has been written, so to say "maktub", it has been written after you have made your choice. Now it's your turn, just tell me: heads or tails?
kitap incelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap incelemeleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
23 Kasım 2010 Salı
9 Kasım 2010 Salı
elif'in gizli ismi
***
Â'mâk-ı Hayal dün bitti. Yani sadece okuması bitti. Söylenen sözler üzerine söz söyleyecek değil, düşünecek çok şey olduğundan herhangi bir yorum yapmayacağım. Sadece şunu söyleyim, bende özel bir yeri olacağı hissiyatım katileşti.
Bir de kitapta sıklıkla tekrarlanan bol şekerli kahvelerin ateşe sürülmesi beni her defasında hafiften gülümsetti:)
***
Bizim de kulağımıza elif'in diğer gizli isminin söyleneceği günlerin gelmesi duasıyla..
Â'mâk-ı Hayal dün bitti. Yani sadece okuması bitti. Söylenen sözler üzerine söz söyleyecek değil, düşünecek çok şey olduğundan herhangi bir yorum yapmayacağım. Sadece şunu söyleyim, bende özel bir yeri olacağı hissiyatım katileşti.
Bir de kitapta sıklıkla tekrarlanan bol şekerli kahvelerin ateşe sürülmesi beni her defasında hafiften gülümsetti:)
***
Bizim de kulağımıza elif'in diğer gizli isminin söyleneceği günlerin gelmesi duasıyla..
4 Ekim 2010 Pazartesi
Kitabin son sayfasi..
Gectigimiz hafta basladigim ve cok severek okudugum Nazan Bekiroglu'nun Yusuf ile Zuleyha'si bugun bitti. Kitabi 2 defa Fatih'e gidip gelirken yolda bitirdim desem yeridir:) Bu hikaye bircok insanin algiladigi uzere salt bir askin hikayesi kesinlikle degil, aslina bakilirsa o cihetten bakildiginda bile modern zamanlarin ask algisindan fersah fersah uzakta bir ask kavrami var. Ama askin da otesinde beni bu kitapta en cok etkileyen sey aslinda sabir ve duanin gucu ve mucizesi..Tipki Zuleyha'nin kitabin sonunda Rabbine duasinda dile getirdigi gibi:
"Sen ki bana Yusuf'umu; bana, onu asmayi basardigim yerde suretimi ve gencligimi ve guzelligimi geri verdin...Bu, duanin mucizesi. Bir gun bu hikayeyi yazacak olanlar, bu mucizenin, ben mucizeye inandigim icin gerceklestigini yazmayi unutmasinlar."
Allah, peygamberlerinden sonra gelen garip kullarina tevekkul'u mucize olarak gondermis. Rabbim bu mucizeye inanmada daim eylesin hepimizi..
Bir sonraki kitabimi da yakinda sitemde gorebileceksiniz:) O zamana kadar bol cumleli gunler dilerim size..
1 Ekim 2010 Cuma
Zuleyha'yi Anlamak..

"Bir ben gibisi olmayacak aranizda..
Fethedilen degil fethe kalkisan olarak kalacak gecmis ve gelecek zamanlara adim.
Acim acinizdan,
gucum gucunuzden cunku daha fazla
ask benim hakkim."
Zuleyha once tereddut,
"Kossam dedi Yusuf'a, hic olmazsa.
Basaramadi. Basaramadiginin nedenini de bir turlu bulamadi. Neydi kendini tutan? Korku? Iyi ama dedi askim korkumdan buyuk degil mi?
Degildi! Zuleyha henuz korkusu askindan buyuk olan bir oykuydu."
Sonra sabir,
"Zuleyha'nin bir adi korku. Ama iste Zuleyha'nin obur adi askti. Her halde zamani vardi. Askin bir adi da sabirdi" ve "Zuleyha sabrinin Rab'den oldugunu bilmeden sabretti."
Ve en sonra da atesti. "Zuleyha ne kadar atesse, Yusuf o kadar iffetti."
"Tufandan kurtulmak icin kendi derinligine akan bir irmak gibi; akmasam sana olurdum Yusuf, aktim, yine oldum. Kendi olumumun seklini secmem ozgurlugumse susarak olmeyi degil, soyleyerek olmeyi sectim."
Zuleyha'yi anlamak, askin-asikin ve masukun kendini bulmasi ve bilmesi icin gecilmesi gereken safhalari anlamak demekti.
(alintilar: Yusuf ile Zuleyha, Nazan Bekiroglu)
Etiketler:
kitap incelemeleri,
Sanat ve Edebiyat,
Tasavvuf
28 Haziran 2009 Pazar
"Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?"
Onunla çok geç, çok geç tanıştım...

Hani bazı şeyler vardır, hiç tanımasanız, hiç bilmeseniz bile sizin için özeldirler, özel oldukları için zaten, hep tanışmanızın da özel olması gerektiğine inanırsınız..Mesela bende Kız Kulesi'nin böyle bir etkisi vardır laf aramızda..Boynunda atkısı ve altın bukleleriyle "Le Petit Prince"in de öyle...

Onu bugün tanıdım..Geç diyorum ama Küçük Prens'le bugün tanıştığımı söylediğim büyükler bu şekilde tepki verirlerdi, "Daha önce okumamış mıydın??" Oysa bunu o duysa, bu düşünceyi saçma bulurdu ve muhtemelen de "şu büyükler ne kadar da tuhaf," derdi, "olmamış bir şeye üzülmek saçma, olmuş olana hayıflanmak ise yersiz."
***
"Büyükler kendi başlarına hiçbir şeyi anlayamıyor, çocuklar ise aynı şeyin tekrar tekrar anlatılmasından sıkılıyorlardı." -bölüm 1-
***
Antoine Saint-Exupery'nin kalemiyle canlanan ve okuyan kişinin dünyasına/Dünyasına hoş gelen Küçük Prens'i bugün tanıdım..İlkokul ya da ortaokulda müfredetta okutulan kitaplar arasında değildi, o yüzden o yaşlarda okumamıştım, ama muhtemelen o zaman okusam şu an hissettiklerimden farklı hislerle dolu olurdum. Ne hissederdim merak ettim şimdi, hayallerin daha bir uçsuz bucaksız olduğu çocuk zihnimden neler geçerdi, kalbimi nasıl ya da ne kadar titreterdi acaba? belki de kitabı okuduktan sonra bir kitap daha bitirmiş olmamın verdiği mutluluk ve gururla arka bahçeye bisiklet binmeye, ya da kantinin önündeki dar alanda yakantop oynamaya giderim, belki de alıç ağacının dallarına doğru atılan taşların ardından pıtır pıtır yerlere dökülen alıçları toplamaya giderdim. Kimbilir...Bunu bilebilmem için artık çok geç.. (burada çok geç diyebilirim sanırım, bunu Küçük Prens de onaylardı)
Küçük Prens'i bugün tanıdım, ve iyi ki de tanımışım...Bir solukta okudum 27 bölümde yazarın anlattıklarını...Okurken "Büyüklere" hem çok güldüm, hem kızdım, biraz da onlardan olmadığım için içim rahatladı..henüz değil, henüz onlar gibi değilim, ve umarım hiçbir zaman da olmam..
***
"Onlar şekillerden hoşlanırlar. Onlara yeni tanıştığınız bir arkadaştan bahsetseniz, asla en önemli soruları sormazlar. Size arkadaşınızın sesinin nasıl olduğunu, hangi oyunları tercih ettiğini, ya da kelebek koleksiyonu yapıp yapmadığını hiçbir zaman sormazlar. “ Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Babası kaç lira kazanıyor? “ gibi şeyler sorarlar. Ancak bunları bildiklerinde onu tanımaya başladıklarını düşünürler."
"Onlara “ Pembe tuğlalardan yapılmış bir ev gördüm, pencerelerinin kenarında sardunyalar, çatısında güvercinler vardı” diyecek olsanız, böyle bir evi hayal edemezler bile. Onlara “ Yüz bin dolar değerinde bir ev gördüm “ demeniz gerekir. O zaman “ Ah, ne kadar güzel bir ev! “ diyeceklerdir." -bölüm 4-
***
Kitabı okurken, yazarın dünyamıza, insanların hayatlarına dair acıtmadan iğneleyen sözlerinin ne kadar da doğru olduğunu düşünüp şaşırmadan edemiyor okur. Kocaman bir gezegenimiz, gezegenimizde milyonlarca gül, tilki, yıldız, kuyu, dağ, koyun ve Küçük Prens'in tanık olmadığı daha nicesi var..Oysa biz kendimizle, kendi o hiç bitmeyen "önemli işlerimizle" o kadar meşgulüz ki, birilerine hükmediyor olmakla, birilerini kendimize hayran bırakmaya çalışmakla, bir şeyleri unutmaya çalışmakla, şemalar çizmek ve bir şeylere sahip olmakla o kadar meşgulüz ki....koyunun çiçeği yiyip yememesi gibi önemli bir konu bile bize önemsiz gelebiliyor..
***
"Ve evrende başka hiçbir gezegende yetişmediğini bildiğim bir çiçeğim varsa ve küçük bir koyun onu bir sabah, ben fark etmeden, tek bir ısırıkta yok ederse, bu önemsiz bir şey midir? " -bölüm 4-
***
Küçük Prens'i bugün tanıdım, ama iyi ki tanımışım..Genelde birçok insana basit ya da olağan gelen şeylerden mutlu olabiliyorum, bununla mutlu olabilmek bile bazen beni başlı başına mutlu edebiliyor üstelik:) -düşününce şimdi yine mutlu oldum:P- Küçük Prens'in dünyanın tozu ve kiri ile kirlenmemiş "dünyası" okura kendi içinde bulunduğu dünyasında farklı bir kapı açıyor sanki..bu gece yıldızlara bakarken gülümsersem şaşırmayacağım mesela, biri bana neden gülümsediği sorarsa da belki de "yıldızlar beni hep gülümsetir" diyeceğim, ve Küçük Prens bana da kötü bir oyun oynamış olacak..
***
"“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yerde her şey o kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”
Bir kez daha güldü.
“Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!”
“Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.”
“Anlamıyorum...
“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”
“Ne demek bu?”
“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak.“
Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.
“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın. Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”
Ve bir kez daha güldü." -bölüm 26-
***
Seni geç tanımış olabilirim ama seni tanıdığıma ben de çok memnun oldum Küçük Prens..Umarım çiçeğin iyidir, ve umarım yazarın iplerini çizmeyi unuttuğu ağızlık için bir alternatif bulmuşsundur küçük gezgeninde...ve yazarın kitabın sonunda okurlarından rica ettiği gibi bir gün yolum Sahara Çölü'ne düşerse, senin geldiğin ve geldiğin gibi ortadan kaybolduğu o yeri bulabilirsem seni düşünüp, mutlu olacağım..Şimdi seni tanıdım, belki o zaman seninle tanışırım bile..Kimbilir..
Hepimizin kendi Küçük Prenslerimizle tanışabilmemiz temennisiyle..
19 Ekim 2007 Cuma
Bir kitap.."the Paper Men"
Okulun kütüphanesinin dışında , şehir kütüphanesine de öğrenci kimliğimizle üye olabiliyoruz. Geçtiğimiz haftalarda da şehir kütüphanesinde bizim sahaflardakine benzer oldukça uygun fiyata kitap satışı vardı. Samira ile oraya gittik. Samiranın da benim gibi lisansı edebiyat üzerine..burda da gazetecilik okuyor..Kütüphaneden toplamda $ 3.75 cent vererek :) üç adet roman aldım: "The Paper Men" -William Golding, "The Book of Ruth" -Jane Hamilton, ve Angela Carter'in "Wise Children" adlı romanı..

Geçtiğimiz gün Golding'in "The Paper Men" adlı kitabını bitirdim. Farklı tadı olan bir kitaptı, alışılagelmişin dışında..191 sayfalık romanı aslına bakarsanız bir cümlede bile tanımlamak mümkün olabilir: "İngiliz roman yazarı Wilfred Barclay'in ün, başarı, zenginlik ve kariyerinin doruğuna ulaşmasından sonra yaşadığı alkolizmin eşiğindeki orta-yaş sonrası krizi, ve bu krizi esnasında yazarın yasal biografisti olmak için onu bir gölge gibi takip eden ve Barclay'in zamanla ortaya çıkan paranoyasının başkahramanı olan Amerikan İngiliz Edebiyatı Profesörü Rick L. Tucker'ın saklambaç kıyamındaki girift ilişkisi"ni konu almakta roman.
Golding aynı zamanda eserleriyle 1983 Nobel Edebiyat Ödülü'ne de layık görülmüştür. Aşağıda "kitabın künyesi" :

Adı: The Paper Men (Kağıttan Adamlar)
Yazarı: William Golding
Yayım Tarihi: 1984
Ana Kahramanlar:
Wilfred Barclay
Rick L. Tucker
Elizabeth (Barclay'in boşandığı eşi)
Emma (kızları)
Mary Lou (Tucker'in eşi)
Mr. Halliday (Barclay'in biyografisini yazması için Tucker'i görevlendiren, ve roman boyunca Barclay'in bir karabasan haline dönüştürdüğü zengin edebiyat sever)
Alıntılar:
...I could not think anything or see anything but the truth. I saw that I had been planned from the beginning. I had my place in things. It did not matter what I had done or would do. I had been created by that ghastly intolerance in its own image. You may possibly recognize what I am talking about though it would be better for you if you did not. I saw I was one of the, or perhaps the only, predestinate damned. I saw this hotly and clearly. In hell there are no eyelids.
...In fact the biography will be a duet, Rick. We'll show the world what we are -paper men, you can call us. How about that for a title?
...However -this time! Yes, I did give up again for good and life became dull. I got sober and happy and being happy proved to be dull after a bit but one mustn't complain of bread-and-butter, but eat it up, expecting cake later.
...Ha et cetera...
---
28 Eylül 2007 Cuma
"Cat's Cradle" (Kedi Beşiği) by Kurt VONNEGUT

---
Bu postu yazma nedenim tabii ki bu nostaljik oyunun tarihçesini vermek değil:) hoş, nerden çıktığını araştırmak eğlenceli de olabilir aslında..neyse, bu konuda bulgulara ulaşırsam sizinle de bilahere paylaşırım:)
--
Geçtiğimiz gün Kurt VONNEGUT'un "Cat's Cradle" adlı romanını okudum. Vonnegut'un ilginç bir tarzı var, klasik roman okuyucularına garip gelebilecek, hatta onları yadırgatabilecek bir tarz aslına bakarsanız..Ama bu tür farklı tarzları okumayı seviyorum ben..edebi tabirle postmodern olarak nitelemek yanlış olmaz herhalde Vonnegut'un tarzını..Bu tarzı hem romanın biçiminde (örneğin, bölümlerin ve içindekiler kısmının diziminde) ve hem de içeriğinde görmek mümkün üstelik..
--
Kitabı burada özetlemek niyetinde değilim, zaten ilginizi çekerse bunu öğrenebileceğiniz birçok site de mevcut. Bu postu, ve aslına bakarsanız bundan sonraki okuduğum kitaplarla ilgili birçok postu yazma ve yazacak olma nedenim ise biraz bencilce:) buraya anahtar kelimeleri, ve/ve ya ilginç pasajları düşerek, bir nevi kendime kitap hatıratı oluşturmak istiyorum. Siz de hissetmişinizdir çok defa, bir kitabı okursunuz, ama üzerinden biraz zaman geçtikten sonra aklınızda sadece bu adlı bir kitabı okuduğunuz kalır. Sanki hiç okumamış gibi olur çıkarsınız..Ortaokulda okuyup da şu an aklımızdan çoktan uçup giden boyle bir sürü kitap var mesela..
--
Sözün özü, aşağıda kendim için ileride olası referans işlevi göme ihtimaline binaen oluşturduğum indeksi bulabilirsiniz. Bundan sonraki kitaplar için muhtemelen bu kadar uzun bir girizgah olmayacak:)
---
Kitap Adı: Cat's Cradle (Kedi Beşiği)
Kitap Yazarı: Kurt Vonnegut
Yayım Tarihi: 1963
---
Anahtar kelimeler ve şahıslar:
Dr. Felix Hoenikker - Hiroşima'ya II. Dunya Savaşı sırasında atılan atom bombasının mucidi
Çocukları: Angela Hoenikker, Frank Hoenikker, Newt Hoenikker (Little Newt)
Bokonon - the Outlaw of San Lorenzo
McCabe - the first governor of San Lorenzo
Island of San Lorenzo
Bokononism
Ice-Nine
Karass
End of the World
---
Önemli Alıntılar:
Nothing in this book is true.
"Live by the foma (harmless untruths) that make you brave and kind and healthy and happy."
--
"The highest possible form of treason," said Minton, "is to say that Americans aren't loved wherever they go, whatever they do. Claire tried to make the point that American foreign policy should recognize hate rather than imagine love."
"I guess Americans are hated a lot of places.""People are hated a lot of places. Claire pointed out in her letter that Americans, in being hated, were simply paying the normal penalty for being people, and that they were foolish to think they should somehow be exempted from that penalty..."
--
"No wonder kids grow up crazy. A cat's cradle is nothing but a bunch of X's between somebody's hands, and little kids look and look and look at all those X's..."
"And?"
"No damn cat, and no damn cradle."
--
Happy marriage? Religion?
"See the cat?" asked Newt. "See the cradle?"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?