31 Aralık 2010 Cuma

Bu gün, nam-ı diğer 31 Aralık..

Sevdim ben bugünü.

Yılın son gününe zaten öteden beri hep haksızlık edildiğini düşünmüşümdür: kimisi yeni yıl aşkına fütursuzca heba eder, kimisi de yeni yıl aşkına fütursuzca davrananlardan müsebbib günahkeçisi yapıverir bu cânım günü. yok oysa onun bir suçu, günlerden bir gün işte. yine de severim ben bu günü.

Bugünü de sevdim. Bugünümde üsküdar-vapur-eminönü-fatih-fatih camiinde 2 vakit-sonra tekrar eminönü-tekrar vapur-tekrar üsküdar-ve mihrimah vardı.

Arada başka şeyler de vardı tabii: kulağımda müzik, vapurda elimde -ennihayetinde- yarısı bitmiş halde bekleyip duran Kürk Mantolu Madonna'm, dilek pastanesinde mola, tamam elimde bir iki tane de alışveriş çantası da olabilir:) -tabii biz bunu aramadığın halde tam da ihtiyacın olan şeyleri bulmanın verdiği mutluluk olarak da tercüme edebiliriz:)

Sonra ne zamandır unutulmuş olup, aniden bugün keşfedilen bir ezgi de vardı -bugün bilmem kaçıncı kez dinlediğim/dinliyor olduğum:

Okan Şenavcı-Deniz üstü köpürür
Yükleyen qweqweqweqwe72. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

Yani nasıl desem, dingin mutluluğa benzer bir his vardı sonra..tam olarak mutluluk değil ama mutsuzluk hiç değil, umutsuzluk hele hiç -hoş, o, hiçbir zaman olmadı ya..ama dingin, huzur dolu.

Sevdim yani ben bugünü.

Hem bugününüz hem yeni yıldaki günleriniz hayırlar getirsin herkese..

26 Aralık 2010 Pazar

happysad :)

I, too, am among those who have just discovered happysad. And like an addiction, I could not, and still cannot:), stop myself from clicking 'older entries' god knows for how many times:) well, that makes me half a freak i guess:D
man, i am loving this guy:)

22 Aralık 2010 Çarşamba

"Bir demet nergis" aldım kendime..

Bugün iş çıkışı yolumu uzattım, Üsküdar'a indim, tavsiyeye uydum, iskelenin önündeki çiçekçilerin birinden bir demet nergis aldım. Hatta o ana kadar hiç görmediğim bir çiçek dikkatimi çekti. Bir demet de ondan alayım dedim, ama demetine yanımdaki nakit yetişmeyince, 'kalsın,' dedim, 'zaten sadece nergis almak için gelmiştim.' 'Demeti bozucam, aman olsun seni mi kırıcam,' dedi çiçekçi kız, demetin içinden üç dal da bu "narin" çiçeğinden çekti çıkardı, nergislerimin arasına kattı. Dönüşte dolmuşa 125 kuruş değil ama 130 kuruş verdim. Liseli bir grup binmedi dolmuşa, yine de binselerdi ve içlerinden biri isteseydi, bir dal uzatırdım kucağımdaki demetten..



Ha, bi de "narin"lerle birlikte bir kıyak daha yapmış çiçekçi kız, bu küçük yaramazı da kondurmuş yapraklardan birinin üstüne.

21 Aralık 2010 Salı

Karşılama

Unutmak ve/veya Unutulmak çoğu zaman iyi değil. Öyle ki unutma ve/veya unutulma hızının kısalığı can acıtıcı bile olabiliyor.

26 Aralık'ta Mavi Marmara, güvertesinde taşıdığı birçok hatıra, gözyaşı, ama illa ki umutla evine dönüyor.

Sarayburnu Limanı'na..

saat 13.00'te..

13 Aralık 2010 Pazartesi

Sahabeler Diyarı..

Geçtiğimiz haftasonu Sahabeler Diyarı Suriye'deydim. Suriye'ye neden küçük Umre denildiğini daha iyi anladım orada. Kendi dünyamız içinde o kadar yuvarlanıp gidiyoruz ki, gerçek olan yanıbaşımızdayken, hiç farkında bile olmadan bazen, ne kadar uzağında kalabiliyoruz. Meğer ne kadar ihtiyacım varmış. Elhamdülillah..Olabilecek en kısa sürede tekrardan gidebilmek, görebilmek nasip olur inş.

3 Aralık 2010 Cuma

tik tik..

Sevgili Blogum,

Seni unutmadim, ve dahi ihmal de ediyor degilim, ara ara kapini yavasca aralayip, ustun acilmis diye bakiyorum, simdi oldugu gibi gelip uzerini orttugum de oluyor. Bu aralar ruyalarinda konusuyorsun, ne diyor oldugunu anlayamamak uzucu biraz, ama yine de seni konusturmaya calisirken eglenmiyor da degilim:)

Simdilik diyeceklerim bu kadar,

ama sen ne demek istedigimi anliyorsun, oyle degil mi?

23 Kasım 2010 Salı

Elîf de Bir, nokta da Bir..

A'mâk-ı Hayâl'in şerhini okumaya başladım. Bir şeye fazlasıyla şaşırdım, kendime de şaşırdım, bildiğimize duyduğumuz sonsuz güvene de.

Leylâ ve Mecnun'un hikayesinde temelde söylenen Mecnun'un Leylâ'dan Mevlâ'ya geçme faslını ben beşeri aşk yolu ile Mutlak Aşk'a ulaşma yolculuğu olarak algılardım. Bu şerhte aşağıdaki paragrafı okuyunca, altımdan sandalyem çekilmiş gibi hissettim.

“Mecnûn’un Leylâ’ya aşkı başlangıçta beşeri bir aşk idi, sonradan Leylâ yerine Mevlâ’yı buldu ve aşk ilahi aşka dönüştü” gibi basit bir yorumu tamamen terk etmemiz gerekir. Leylâ ve Mecnûn hikayesi ilâhî aşkı da anlatmaz. Mecnûn; kendisini Ahad’dan ayrı bir varlık zanneden bilincin tekrar Leylâ’ya; yâni kendi Ahadiyetine dönüşünün hikâyesidir. İnsanın kendi hakikatini idrakidir...Allah’dan gayrı varlığı olmayanın kendine olan aşkıdır. Allah’ın kendine olan aşkının hikâyesidir.

Kitabın tamamında bazen alenen bazen de satır aralarında ama sürekli altı çizilen İki'nin aslında Bir olduğu gerçeği ile birden örtüşüverdi zihnimde yukarıda şerh düşülen bu dipnot.

Öyle ya..

Elîf de Bir, nokta da Bir..

22 Kasım 2010 Pazartesi

Melek yüzlü arkadaşım, mekanın Meleklerle bir olsun..

yüzüne bakınca Rabbimi hatırlatan, Rabbimin nasipli kullarından,
melek yüzlü, melek tebessümlü,
canım arkadaşım..

mekanın cennet olsun, meleklerle bir olsun, Gül Cemâl'i görebilenlerle olsun..

Rabbim ölümün de hayırlısını versin, kalanlara sabr-ı cemîl ihsan etsin.

Biz geride kalan kullarına da Rabbim idraki, tefekkürü, yolunda dertlenilen bir ömrü nasip etsin. 

Gittiğin yerde de çok mutlu olursun inşAllah Betülcüm..

Tevekkeltü ala'l-Allah
Innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.

http://www.akhisarhaber.com/news_detail.php?id=7996

14 Kasım 2010 Pazar

Cok kollu Ejderhalar uzerine..

Don Quixote demisken, hic izlemis oldugum bir uyarlamasi olmadiginin ayrimina vardim. Neyse ki Turk sinemamiz bu noktada acligimizi doyurmus (mudur dersiniz?:)) ta 1971 yilinda. Nereden temin edebilirim bilmiyorum ama kesinlikle bi izlemek lazim. Afisi de asagida, buyrun. Basrolde asil sovalye rolunde Munir Ozkul'u izliyoruz.


Bu afis ilgimi cekince, eski zaman film afislerini merak edesim tuttu bu sefer de:) Siz de simdi merak ettiyseniz, 1971 yili yapimlarina ait derlenmis film afislerinin bulundugu asagidaki linke bi goz atmanizi tavsiye ederim:


Linkteki yili degistirerek istediginiz yilin filmografisine dalis yapabilirsiniz.

O degil de, Turk yapimi DonKisot'taki degirmenlere dikkat ettiniz mi?:) Don Quixote'ta gormeye alistigimiz dort kanatli olanlardan degil, Mugla yoresinde yer alan degirmenlermis bunlar. Filmin Bodrum civarinda cekildigi yuksekle ihtimal olsa gerek bu durumda. Diger ifadeyle, bizim yerli sovalyemizin isi daha zormus, bizim ejderhalarin daha cok kolu var!
:)

Don Quixote'nin gercek yuzu

Afili Filintalardan Ferhat Uludere adinda bir yazar var, yazilari okunasi, takip edilesi. "Cin Ali'den Ogrendik Hayati" baslikli yazisi ile dikkatimi cekti dun aksam. Sonrasinda diger yazilarina da goz attim. Bir de ne goreyim, pek bi sevdigim saygideger, sevgideger Don Quixote'ye kendisinin de ayri bir ilgisi varmis. (Bir Don Quijote Oykusu) Aslinda ilgiden de ote benim okuyunca cok sasirdigim bazi direkt malumatlari varmis:

"Miguel de Cervantes Saavedra ölümsüz eserinin altına imzayı atarken, aslında yazılanların kendine ait olmadığını saklamıyor, hatta eserin birçok yerinde de bu gerçeği itiraf ediyordu, ona eserin yaratıcısı değil de, derleyeni demem kimseyi kızdırmaz sanırım."

Don Quixote'ye bu kadar kanimin isinmasinin ardinda yazarinin 'Sark'i olmasi yatiyor olabilir mi acaba? Uludere, yazisinda Cervantes'in yazdiklarinin eline gecen el yazmalarindan derleme oldugunu, ve bu el yazmalarinin da asli sahibinin bir Seyyid Hamid Badincani oldugunu soyluyor.

Dahasi Uludere, bu bilgiye nasil ulastiginin da aciklamasini yapiyor, ve kendisinin de Badincani ailesinden geldigini soyluyor. Buyuk buyuk buyuk...dedesinden (bu sekilde adlandirmak yanlis olmayacak bu durumda zannedersem) kalan baska arapca el yazmalarinin da kendilerine kadar ulastigini da..-ailesi tarafindan Arapca olmasindan mutevellit anlasilmasa da hurmeten nesilden nesile aktarilarak saklanmis-

Yukarida linkini verdigim yazisinda zaten bu hic yayinlanmamis el yazmalarindan bazi pasajlari da yayimliyor.

Heyecan verici degil mi?:)

Denizler murekkep olsa..


Bu aralar surekli elimin altinda bulundurdugum Handan Ozduygu'nun Mahbub'ul Asikin kitabinda asagidaki salavat-i serif'i okuyunca paylasmak istedim:


Bir gun Peygamber Efendimiz (sav)'in yanina bir Arabi gelir. Peygamberimiz de o Arabiyi hemen sag yanina, Hz. Ebubekir (as)'in onune oturtur. Arabi gittikten sonra, Ebubekir-i Siddik (as), Peygamber Efendimize, o Arabiye neden bu kadar yakinlik gosterdigini sorarlar. Peygamber Efendimiz de: "Cebrail (as) geldi ve bana su haberi verdi. Bu Arabi bana oyle bir salat-u selam okumustur ki, bundan once hic kimse bana oyle bir salavat okumamistir," buyururlar. Hz. Ebubekir (as) bu salavat-i serifi Peygamberimizden sorunca, Resul-u Ekrem (sav) asagidaki salavati dile getiriler:

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin fiyl evveliyn vel ahiriyn ve fil meleil ala ila yevmid-diyn".


Faziletini ise su sekilde buyururlar:

"Denizler murekkep, agaclar kalem, melekler de katip olsalar yine de yazip bitiremezler."

Zilhicce ayinin Kurban Bayraminin da arefesine denk gelen bu cok mubarek gunlerinde dilimizden dusurmeyelim ins.

Kurban Bayraminiz hayirlara vesile olsun ins..

9 Kasım 2010 Salı

elif'in gizli ismi

 ***
 Â'mâk-ı Hayal dün bitti. Yani sadece okuması bitti. Söylenen sözler üzerine söz söyleyecek değil, düşünecek çok şey olduğundan herhangi bir yorum yapmayacağım. Sadece şunu söyleyim, bende özel bir yeri olacağı hissiyatım katileşti.

Bir de kitapta sıklıkla tekrarlanan bol şekerli kahvelerin ateşe sürülmesi beni her defasında hafiften gülümsetti:)
***

Bizim de kulağımıza elif'in diğer gizli isminin söyleneceği günlerin gelmesi duasıyla..

7 Kasım 2010 Pazar

monochrome

Size de olur mu bilmem, bazı kelimeleri duyarsınız anlamını henüz bilmediğiniz. Neden olduğunu anlamazsınız ama birden özel oluverir o kelime sizin için. Anlamına baktığınızda, "hah işte, beni nasıl da anlatıyor," diyeceğinizden o kadar eminsinizdir ki o anda. Sonra anlamına bakarsınız.

(...)
Hayalkırıklığı değil de, onun gibi ama değil, garipten bir şey hissedersiniz. Yan anlamlarına bakmalı, dersiniz sonra, öyle ya yan anlamlar daha iyi tanımlar bizi -biz, hissiyatımızı, düşüncelerimizi direkt değil, dolaylı yoldan söylemeyi seven Doğu'nun insanlarını. O da harc-ı alem bir anlam çıkınca da, omuz silkersiniz, anlam dediğin nedir ki ennihayetinde, kelimelere yüklenmiş mecburiyetlerden başka. Varsın, silkinsin o kelime kendine layık olmayan o anlamlardan ve giyiniversin sizin terziliğinizden çıkan elbisesini. O da varsın bol gelsin, kimin umurunda.

http://exhib.hinah.com/gallery.php?c=photo&a=dnivet&g=monochrome

monochrome..

Bu kelimeyi bir nedeni yok seviyorum. Aslında kendi anlamı da güzel: tek renkli, ekseriyetle kastolunan ise siyah-beyaz. (Bazı tanımlarda "renksiz" dendiğini de gördüm -ki bu bence hakkaniyete sığmaz.) Öyle de bu kelimenin siyah-beyazdan daha fazlasını ifade ettiğini hissederim hep. yann tiersen'in şarkısından sonra özellikle. Nasıl anlatsam, hani bazen siyah-beyaz fonlu bir resme/şekle uzun süre ve gözünüzü kırpmamaya çalışarak baktığınızda, birden sarılı, pembeli noktalar görmeye başlarsınız ya..Öyle bir şey..siyah-beyaz, hele ki renksiz, hiç değil monochrome.

http://fizy.com/#s/16rj1d

"nothing..just being happy" hopefully "the end"

Çok şirin bir site keşfettim:

http://www.aglaiamortcheva.com/html/info.html

Renginin fuşya olması da yeterliydi ama içeriği de çok sevimli:) Aslında sevimli dediğime bakmayın, sayın mortcheva karamsar (özellikle mutsuz olduklarında bazen de katil ruhlu) çocuklar çizmeyi seviyor. Yine de bu durum, onların sevimliliklerini azaltmıyor, o ayrı konu. Bilhassa seslendirmede ayrıca başarılı bulduğumu eklemeden geçmeyim. 3 tane olan kısa filmlerinin sayısının hızla artmasını umud ederim:) Şu aralar da facede sıkça dolaşmakta olan aşağıdaki videoyu görmüş de olabilirsiniz zaten. Bu videoyu paylaşan arkadaşlar "when i am sad, i wear all black" cümlesini çok sevmişler anladığım, bense "when i am sad, i collect poisonous mushrooms" bir de "i think everything is stupid: birds are stupid, umbrellas are stupid" ha bi de "when i am sad, i feel extra extra extra mean" kısmını:)

insan mutsuzken hakikaten de kendini çirkin hissediyor, değil mi?

neyse ki...

"then one morning i wake up and i feel fine"

:)

25 Ekim 2010 Pazartesi

"Sosyal Medya"

TRT-Haber'de "Sosyal Medya" isimli bir program yayinlaniyor. Programi Aksam Gazetesi yazari Nagehan Alci hazirlayip, sunuyor. Her hafta programa davet ettigi farkli konuklariyla Alci, facebook, twitter, eksisozluk, friendsfeed, bloglar gibi sosyal medya araclariyla Sosyal Medyayi yine bu araclarin interaktif kullanimi ile ele aliyor.

Bu hafta Nazli Ilicak ve akampus davetliydi. Sosyal medya o kadar sosyal hayatimizi domine eder hale geldi ki (aslinda sadece sosyal hayatimizi mi?) bunun farkindaligini saglayacak bu programi da merak edip izledim. (daha dogrusu bir yandan yazarken, kulagim bu programdaydi, 'izlemek' yanlis kelime oldu.)
Acikcasi icerik olarak cok doyurucu ve ilgi cekici buldugumu pek soyleyemem, hem konuklar hem de sunucunun genel olarak twitter uzerinden gelen sorulari yanitladiklari, tabiri caizse biraz fazla sohbet havasinda gecen bir program, sosyolojik ve akademik olarak pek bir agirligi yok. Bununla birlikte konsept olarak dogru bir yerde duruyor program, s
adece icerik olarak biraz daha farklilasmaya gidilmesinde fayda olacagini dusunuyorum. En azindan her hafta izleyici kitlesini ekrana baglamak istiyorlarsa. (burada TV izleyicilerinden bahsediyorum, twittercilari kastetmiyorum, onlar nasil olsa twitleri ile yalniz birakmayacaklardir:))

Gelelim sosyal medyaya..


Ben, gunumuzde cokca yapilageldigi uzere, sosyal medya araclarinin bagimlilik ve olasi zararlarini tartismaktan ziyade, bizi gercek sosyal hayattan uzaklastiracak sekilde 'asosyal' hale getirmesine izin vermedigimiz muddetce, onu kendi avantajimiza ve gelisimimize uygun nasil kullanabiliriz uzerine dusunmemiz geregine inaniyorum. Hayat o kadar hizli degisiyor ki, gelismelere direnip kapilarimizi kapatmak yerine, filtreleme yolu ile kendimizi en iyi ifade edebilecegimiz mecra ve araclari verimli sekilde kullanmayi secmek daha mantikli olacaktir.

Ennihayetinde sevgili blogum da bu gelisim ve degisimin bir parcasi:) Her ne kadar su an icin onu tanitma gibi bir derdim olmasa, ve hatta narsistce gelebilir ama aslinda sadece kendim icin yaziyor olsam da, yine de bir sekilde, irili ufakli da olsa, tarihe not dusuyor olmak guzel:)

Bol post'lu, twit'li, status'lu gunler dilerim ;)

Bu Elma Ailesini seviyorum:)

Teknolojiye uzak biri olmasam da cok yakin bir takipcisi oldugum da kesinlikle soylenemez. Ornegin Apple I-Pad'den yeni haberim oldu:)

Hakkinda netten ufak bir arastirma yaptim, ve kesinlikle cok hosuma gitti bu I-Pad. Ozellikle de ise gidip gelirken laptopunu da yaninda tasimak zorunda olanlar icin netbook yerine tercih edilebilecek sirin otesi bir alternatif gibi geldi bana.

Apple dahisi Steve Jobs, Apple I-Pad'in browsing, email, resim, video, oyun, muzik ve e-book uygulamalari icin bilhassa gelistirildigini iletiyor.


Her ne kadar online oyunlara merakim olmasa da, I-Pad'in direksiyon olarak kullanilabilmesi ozelliginin online araba yarislarini merkalilari icin cok eglenceli hale getirecegi muhakkak.


Fiyatina gelecek olursak:) Farkli sitelerden farkli fiyatlar bulmak mumkun ama oratalama 1.300 TL civari diyebiliriz. ABD'ye yakin zamanda gidecek olan bir tanidiginiz varsa, ona siparis vermenizde fayda olacaktir. Zira Amerika'dan $500'a temin etmek mumkun. (16 GB)

Gorseller http://www.iphoneturkey.biz sitesinden alinmistir. Apple ile ilgili tum merak ettiklerinizle ilgili bu blogu da takip edebilirsiniz.

Ne diyelim, tez zamanda yazilarimi I-Pad'imden yazabilmek temennisiyle diyelim. Evet, tam olarak boyle diyelim;)

24 Ekim 2010 Pazar

Don Quixote'ye kim Alonso Quixano olduğunu söyledi?

Küçükken Don Quixote'yi, nam-ı Türkçe Don Kişot'u, okumayanımız yoktur. Hani şu aklını Şövalyelikle bozmuş meczup Alonso'nun yel değirmenleriyle savaştığı hikayesi.


Don Quixote, benim de her daim favorilerimden olmuştur, hem edebi eser olarak hem de karakterin ta kendisi olarak. Benim için Don Quixote, naif yürekli, ince düşünceli bir beyefendinin gri hayata karşı rengarenk hayalleriyle karşı koyma mücadelesidir.

Kimseye bir zararı dokunmadıktan sonra gerçeğe ayan beyan aymanın çok da bir faydası olduğunu kim iddia edebilir ki? Bırakalım 50'sine merdiven dayamış yaşlı mezcup Alonso Quixano, La Mancha'lı cesur şovalye Don Quixote olsun. Kendi gibi yaşlı sütçü beygiri asil Rosinante, cahil bir köylü olan Sancho Panza Don Quixote'nin uşağı, hiçbir şeyden haberi olmayan köylü kızı Aldonza Lorenzo da bırakalım Toboso'lu asil ve güzeller güzeli Dulcinea olsun. Kime ne zararı var sanki?

Şebnem Ferah'ın Değirmenler şarkısında da söylediği gibi:

"Belki de en güzeli böyle" hakikaten..

Kırmızı bir Haftasonu..

Ablam yeni evine taşınalı 2 hafta oluyor, ben daha ancak evine misafir oldum. Dün iş çıkışı metrobüsle Yenibosna'ya gittim. Oradan Kültür Üniversitesi'nin önünden ablamla eniştem arabayla aldılar beni. Eve geçmeden önce biraz Airport AVM'de takıldık. Anadolu yakasında oturan biri olarak her daim favorim Capitol, bazen de Nautilus olmuştur. Avrupa yakasında AVM'ye gidecek olduğumda da yakınlığı hasebiyle Cevahir'i tercih ediyorum. Maslak'ta çalıştığım dönemde Metrocity'yi de severdim, buraya uzun bir süredir gitmiyorum o ayrı.

Artık bir ayağımız da Avrupa yakasında olacağı için, bu yakadaki alışveriş merkezlerini de yakın zamanda tanıyacakmışız gibi duruyor. Özellikle uzak ilçelerdeki AVMlerin en güzel yanı ise şüphesiz buralardaki mağazaların genelde outlet mağaza olmaları:) Airport AVM de bu anlamda fena değil, ama yemek katlarını daha geliştirmeleri gerekiyor, ekseriyetle fast food yiyebileceğiniz yerler var zira.

Ablamla yemek yemeden önce biraz mağazaları dolaştık. Bu sonbahar için ne zamandır kırmızı bir trenchcoat almak istiyordum, ilk girdiğimiz LCW'de tam bu isteğimi ablama da söylemiştim ki arkamı dönmemle ablamın elinde kırmızı bir trenchcoatu bana gösterdiğini gördüm:) Ne yazık ki uygun beden bulamadığım için alamadım ama bugün yarın başka bir LCW'ye vakit kaybetmeden ve istediğim beden oralarda da tükenmeden gitmem lazım, Kasım ayı kırmızısız geçmesin:)

Siz de benim gibi misiniz bilmiyorum ama benim alışverişte en sevdiğim şey ihtiyacım olan şeyi, bulmak niyetiyle gitmeden, beklemediğim bir anda karşımda görüp almaktır:) (bulma niyetiyle gidip bulunca da itirazım olmaz tabii, yeter ki çok dolanmak zorunda kalmayım;P) Dün de alışverişin bu güzel yüzü ile karşılaştım, ve uzun bir zamandır almayı aklıma koyduğum siyah pabuçlarımı ennihayetinde aldım:) Derimod'un sayfasında bulabilseydim, modeli buraya da koyacaktım, ama ne yazık ki göremedim. Bu arada Derimod'un deri ceket değişim kampanyası da halen sürüyor. Artık giymediğiniz bir deri ceketiniz varsa 200 TL'ye değiştirip, beğendiğiniz yeni bir model deri cekete sahip olabilirsiniz. Kendi taba rengi deri ceketim için beğendiğim bir model bulabilirsem ben düşünüyorum, bakalım.


Dün alışverişten eve dönünce, film gecesi yaptık. Vampir-kurt adamlı filmleri seviyorsanız, 2003 yapımı, Len Wiseman imzalı Underworld'u (Karanlıklar Ülkesi) kesinlikle tavsiye ederim. Filmin başrollerinde Selene rolünde Kate Beckinsale'i, Michael Corvin rolünde de Scott Speedman'i izleyebilirsiniz. Benim favorimse Lucian rolündeki Michael Sheen. Twilight'i dahi izlememiş biri olarak ben bu filmi çok beğendim. İzlediğimiz 3lü serinin ilk filmiydi. En yakın zamanda serinin devamini da izlemeyi planlıyorum.

Bu sabah dünün yorgunluğundan olsa gerek saat 11.30'da hazır kahvaltıya uyandım:) Ablamın kırmızı detaylarla süslü kırmızı mutfağındaki kahvaltıdan sonra,


müzik eşliğinde o almanca, ben arapça çalıştık biraz:) -Bugün Halkalı'dan Fatih'e erken saatte gitmeye üşendiğim için arapça kursumu asmıştım da:P-


Sonrasında ise mis gibi Türk kahvelerimiz geldi. Bu arada Türk kahvesini gün geçtikçe daha bir zevkle içiyorum. Kendime de şaşırıyorum:) ama galiba tadını artık daha çok seviyorum.



Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, ablamın yeni evini pek bi beğendim, hele de salonunun bir köşesinde kıvrılmış uyuyan kediciklerini gördükten sonra:))


:)

23 Ekim 2010 Cumartesi

Yigit Ozgur'un kaleminden..

Hepimiz biraz Yekteran degil miyiz? Ya da degilsek bile ucundan kiyisindan olalim bence:)

21 Ekim 2010 Perşembe

bir Atli Karinca, bir Dergah, bir Kule ve bir fincan kopuklu Turk Kahvesi

Cogu insana itici ve antipatik geliyor da olabilir, ama benim ve aslinda universiteden tum ev arkadaslari olarak, ozel bir yeri vardir Istiklal'in bizde. Biraz da bu yuzden ne zaman bulusacak olsak, o gunlerin hatrina belki de, hep Istiklal Caddesi olur bulusma noktamiz. Yeri kararlastirmadan bile oraya gidecegimizi biliriz:)

Gectigimiz Cumartesi gunu universiteden arkadasim Elif'le bulustugumuzda da yine Istiklal'de bulduk kendimizi. Normalde hep Odakule'ye dogru tembel adimlarla yurur, oradan U donusu yaparak meydana yollanirdik. Bu sefer, sohbete fena dalmis olacagiz ki tramvayin saga kivrildigi yolun sonuna kadar yurumus bulunduk. Yol ayrimina geldigimiz zaman da neden buradan daha ileriye gitmedigimizi merak ettik. Oyle ya kalabalik yolun soluna dogru akmaya devam ediyordu, hava guzeldi, vakit hayli erkendi, ve topuksuz ayakkabilarimizla biz hic yorulmus hissetmiyorduk.

Zannedersem bu cadde Galip Dede Caddesi olarak geciyor. Cadde boyunca yanyana ve karsi karsiya siralanmis incik boncukcular, muzik aletleri dukkanlari, cami ve mescitler, Galata Mevlevihanesi ve tabii ki Kuledibi ve Galata Kulesi.

Iste, sonunda bizi bir surprizin bekledigi bu caddedeki gezintimizden geriye kalanlar:

Sokagin hemen sag basindaki dukkanin icine ilk defa girdim. Ufacik tefecik ama nereye baksaniz sizi tebessum ettiren rengarenk bir dukkandi burasi. Adi Karinca. Farkli tasarimcilar tarafindan tasarlanan ve gunluk yasantimizin rutin detaylarini bile eglenceli ve farkli kilacak urunler satiliyor. Ozel tasarim urunleri oldugundan fiyatlari biraz yuksek gelebilir ama kesinlikle takdire sayan bir konsepti oldugu ve ayrica standart hediyelerden usanmis olanlarin da derdine deva olacagi muhakkak.

Kitap Destegi Rain Parade Semsiye

Magichat Pecetelik Nana Rende


Bu dukkanin biraz asagisinda Sahkulu Camii Serifi'nde ikindi
ezani okunmaya basladiginda bir yanindan turistlerin akip gittigi
sokakta cemaat coktan camiye yonelmisti bile. Hos bir girisi olan Sahkulu Cami Serifi de sokaktaki diger her sey gibi ufacik tefecik sevimli bir sakini Galip Dede Caddesinin.



Caminin biraz asagisinda halen tadilatta olan Galata Mevlevihanesi'ni kapisindan iceri soyle bir goz atmakla yetinmek durumunda kaliyoruz. Tadilati biter bitmez burada Sema izlemeyi de 'su hayatta yapilmasi gerekenler' listeme ekleyip yolumuza devam ediyoruz. (Yeri gelmisken itiraf etmeden gecemeyecegim:) Benim gibi dusunmus olanlar var midir bilmiyorum ama ben onceden Galata Mevlevihanesi'nin Galata Kulesinin ust kati oldugunu, semaya yakin izlenen bir Sema'nin insani daha da bir etkileyecegini dusunurdum:) Yine de hos olurdu vesselam:))


Simdi, yazinin basinda bahsettigim surprizin ne zaman gelecegini merak ediyor olabilirsiniz:) Sokagin sonuna dogru yol ayrimina geldigimizde geri donmek uzere tam hareketlenmistik ki
basimi saga cevirmemle karsima dikiliverdi Galata Kulesi. (ya da daha dogrusu ben, bu yillanmis kulenin onune dikiliverdim) Oysa ki Galata Mevlevihanesi'nin onunden henuz gecmistik, yandaki dukkanlarin isimlerinde de Kuledibi gecmeye baslamisti, oyle de bu ikisinin birlesimi olan Galata Kulesi'ni yine de boyle apansiz karsimda gormeyi hic mi hic beklemiyordum:) Bir gun Fatih'ten Eminonu'ne giden bir otobuste dar bir yokusun basinda 'Galata Kulesi'ne gider' tabelasini gordugumden beri Galata Kulesi'ni Fatih ile Eminonu arasinda konumlandirmistim beynimde. Daha once bircok defalar gittigimiz Istiklal'e bu kadar yakin oldugu aklimin ucundan dahi gecmemisti. Anlayacaginiz Istanbulluyum demek de kolay degil oyle:)

Yakin gecmisteki yazilarimi okuduysaniz Galata Kulesi'nin bendeki yerini az cok tahmin etmissinizdir. Bu karsilasmanin benim icin hos bir surpriz olmasi biraz da bu yuzden. Tesbihte hata olmasin, Beyazid-i Bestami ustadin "aramakla bulunmaz, ama bulanlar hep arayanlardi" dusturunun nacizane gunluk hayata uyarlanmis hali idi sanki o anda benim icin bu kule.

Elif'le kuleye gitmedik ama hemen dibindeki Ceneviz Cafe'den bir Turk kahvesi icmeden de gitmek hem bu gune, hem kuleye hem de bu beklenmedik karsilasmaya haksizlik olurdu. Sedirlerle dosenmis bu acik hava kahvehanesindeki bol kopuklu Turk kahvesinden icmenizi kesinlikle tavsiye ederim. Sogutmadan icip bitirdigim nadir Turk kahvelerinden oldugunu soylemeden gecmeyim:)


Basligimda da yazdim ya boylesine bir gundu bu gun iste: bir Atli Karinca, bir Dergah, bir Kule ve bir fincan kopuklu Turk Kahvesinden mutesekkil...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Üç Yoldaş..

Susmak yoldaşı olmalı Sabrın..

Susmadan sabra koyulabilir mi hiç insan?

Değil mi ki bülbül sabredemez de deyiverir âşkını güle, belirlenen zamandan evvel, daha ne gül kendi maşukluğunu ne de bülbülün âşıklığını idrak edememişken.

Susmanın ağırlığı ile ağır aksak devam ederken yürek yoluna; Sabır, bir dua olur, ta ulaşır Arş-u Alâya..

Susmak hem cesaret işi, zannedilmesin ki korkaklık..Her babayiğidin harcı değil bu yüzden. Hep dillerden taşıp dökülenler alkışlanagelir de yüreklerden taşıp, dilde mühürlenenler fark edilmez. Bilinmez ne derin sözler saklıdır bu sessiz gazellerde. Bir Bilmeyi Bildiren, Bilmeyi Olduran bilir; bir de O bildirirse, bilmesi arzu edilen.

Susmak Sabrın yoldaşı..Olmaz ilki olmadan diğeri, ve dahi saklı selamet ilkinde.

Dil sustukça, göz konuşur. Yürek yandıkça, üstüne gözlerden su serpilir. Gözler dil ile gönül arasında mekik dokur da, deyiverir gönlün söylemek için yanıp tutuştuğunu ve dilin söyleyemediğini.

Susmak yoldaşı da Sabrın, yalnız değiller bu yolda; Özlem yanlarında bir üçüncü. Susmak yol aldıkça, Özlem de yol alır; Susmak ne denli büyürse Özlemde bir o kadar büyür. Yalnız bırakmaz Sabırla bir türlü başbaşa.

İşte, aslında Susmaktan sebep değildir Âşığın ızdırabı, Özlemdir yolları çetrefilli kılan.

Birbirinin zehri ve panzehri iki yoldaş..

Özlem olmasaydı Susmak bu denli ağır olmazdı da, yine de Özlem olmasaydı Sabrın anlamı kalır mıydı hiç?


Yön yön sarılmışım ne yana baksam;
Sarılan olur da saran olmaz mı?
Kim bu yüzü çizen sanatkar ressam;
Geçip de aynaya,soran olmaz mı?

Bir parçacığım ben,bütüne hasret;
Zaman döne dursun,o güne hasret;
Ruhumsa zamanın üstüne hasret;
Ebediyet boyu bir an... Olmaz mı?
(NFK)

10 Ekim 2010 Pazar

Black&White..

Sardı mı tam sarıyor işte insan:) Duvar stickerlarından sonra hayali ev konseptimde nostaljik karakterli odalar için aşağıdaki tablolar pek bi hoş durur sanki...


*Bu tablolar ve daha pek çokları için http://www.e-tablo.com/

Duvarlar boş kalmasın:)

Ev dekorasyon dergilerine ve yapı marketlerinin dekorasyon kataloglarına bakmayı çok seviyorum. Ev dekorasyonuna dair uzun zamandır aklımda olan bir uygulama ise duvar stickerları. Hem evinize modern ve farklı bir hava katmak, hem de her odanıza ayrı bir karakter kazandırmak istiyorsanız, duvarlarınıza, ve hatta duşakabin, buzdolabı gibi yüzeylere, bu birbirinden kreatif ve şık stickerları uygulamayı düşünebilirsiniz. Görünen o ki, ben kesinlikle düşüneceğim:)

8 Ekim 2010 Cuma

micro aşk hikayesi:)

Dün sabah İstinyePark'a giderken, yolda bir anda karşımda belirince 'işte bu' dedim, ilk görüşte aşk gibi bir şeydi zannedersem:) Benim olsun istedim o an, benim olmalı dedim. Ne yapıp edip elde etmeliyim dedim. İlk defa böyle bir şey başıma geldiğinden içimde hem garip bir heyecan, biraz şaşkınlık, bir de en afillisinden bir mutluluk beliriverdi. O gözlerimin önünden geçip giderken, ben utanmadan arkasından baktım. Zaman durmuşken, trafik durmadığından hayat da ennihayetinde devam etti. Ama şimdi ne istediğimi biliyorum:) Neyse ki sonra resmine denk geldim *sigh* :)

Hallelujah..Hallelujah..

Hallelujah İbranice kökenli bir kelime, Hristiyanlıkta şükür ifadesi için kullanılıyor. Bizdeki Elhamdulillah lafzına denk bir anlamı var. Tam olarak "Praise Jehovah -the Lord-" olarak tercüme edilmekte.

Dini bir anlamı olan bu terim doğal olarak en fazla Hristiyan ilahilerinde sıklıkla kullanılmakta, bizse daha çok şarkılardan duyagelmişizdir:) Bu terimin geçtiği şarkılara şöyle bir göz attığınızda, sayının hatırı sayılır olduğunu göreceksiniz. Hem kendi anlamında hem de mecazi olarak söz yazarları tarafından oldukça popüler bir terim olduğu söylenebilir bu durumda.
Hallelujah denince akla ilk gelen şarkıcılardan biri de Jeff Buckley.

Buckley'in henüz 31 yaşında ve kariyerinin zirvesindeyken trajik bir ölümü var: Aslen Californialı olan Buckley yeni album çalışmaları için Memphis, Tennessee'ye gider. (Memphis aynı zamanda Elvis Presley'in evinin olduğu Graceland'i de barındırır sınırlarında.) Bir arkadaşı ile birlikte Mississipi Nehri kıyısına giderler. Buckley sonrasında Led Zeppelin'in Whole Lotta Love şarkısını söyleyerek kıyafetleri ile nehre girer..ve bu şarkı Buckley'in söylediği son şarkı olur. Buckley'in cesedi bir hafta sonra kıyıya vurur.

Buckley'in dinlerken insanı dinlendiren bu şarkısını her dinlediğinizde farkında bile olmadan nakaratlarında Hallelujah dediğinizin farkına varıyorsunuz. Hangi dilde olursa olsun hamd etmek güzel:)


*Biyografik bilgiler http://tr.wikipedia.org'den alınmıştır.
*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?