22 Temmuz 2010 Perşembe

Özgür köleler?

Taraf gazetesi yazari Ahmet Altan'in Kum Saati baslikli koseyazilarini her gun takip etmenizi tavsiye ederim. Gundeme iliskin yerinde ve cesur tespitleriyle, ve aslinda bizim de soylemek istediklerimizi etliye sutluye dokunmaktan asla cekinmeden kalem aldigi uslubuyla kesinlikle takip edilmesi gereken bir koseyazari Altan.

Asagidaki alinti, yazarin 21.07.2010 tarihli "Sormak" alt baslikli yazisindan: Bilhassa kirmizi ile isaretledigim cumle sizce de uzerinde ciddi ciddi dusunmeye deger degil mi?

Ve “köle” olmayı kabullendiğinizde “efendinizin” kim olduğu hiç önemli değildir, o her zaman “efendi”, soru sormadığınız sürece siz de her zaman “köle” olursunuz.

Siz, şu ya da bu “efendiden” birini seçme özgürlüğüne sahip olmayı “özgürlük” sanan bir köle olmak istiyor musunuz?

İstemiyorsanız soru sorun.

Özgürlük sorulardadır.


Yazinin tamami icin http://taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-sormak.htm

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Ahmet Altan'la ilk esaslı tanışmam, onun "en uzun gece" isimli kitabı ile oldu.bir televizyon programında kitabını tanıtırken şu sözleri sarfetmişti: "yeryüzünde pek çok yer gezdim dolaştım yalnız akşam vakti mardin'e girerken gördüğüm manzara ile hiç bir yerde karşılaşmadım". bu sözler bana çok çarpıcı gelmişti ve hiç tanımadığım bir şehir hakkında beni acayip meraklandırmıştı. o merakla gidip kitabı satın almış, bu şehri efsunlu haliyle benim gözümün önüne getirebilecek bir şeyleri kitabın satır aralarında arayıp durmuştum. ne var ki kitapta geçen ifadeler şehri anlatmakta kifayetsiz kalıyor, belki de hikayedeki diğer olaylar, fikirler, psikolojik tahliller şehri anlatan tasvirleri çok sönük bırakıp beni tatmin etmiyordu. aradan yıllar geçti ve nasip oldu, bir yolculuğum sırasında yolum oralara da düştü. şehri sırf akşam vakti uzaktan görebilmek için başka şeylerle meşgul olmuş, şehre girişimi geciktirmiştim. ama doğrusu da değmişti, manzara gerçekten görülmeye değerdi. orada altan'ın kalemine saygısızlık ettiğim için, başımı öne eğip içimden kendimi suçladım.

şimdi de ara ara takip ederim kendisinin yazılarını. eğer bu ülke üzerindeki vesayet perdesi bir gün kalkacak olursa, bunda en çok emeği geçenlerden birisi de kuşkusuz kendisi olacaktır. onunla bu ve benzeri bir çok ortak görüşü paylaşmakla birlikte, geçmiş yazılarında geçtiği söylenen kabul edilemez laflarından dolayı yazılarına temkinle yaklaşmayı sürdürmüşümdür. aslında bir okurun okudugu her yazara karşı temkinli olması, takınılması gereken bir tavırdır ama burada ifade etmek istediğim biraz daha farklı bir şey. yazılarından istifade ederken pirinçler ile taşları birbirine karıştırmamayı, karın doyuracak iken ağızdaki dişten olmamayı kast ediyorum biraz.

bahsettiğiniz söz konusu cümleler de mezkur yazı içerisinde doğru gibi gözükse de, esasında bunların genel bir kaide haline getirilmesinin güç olduğu kanaatindeyim.
özgürlük, eşitlik, doğruluk, iyilik, barış gibi kavramlar bizatihi kendiliklerinden değerli olan şeyler değildir ve mutlak olarak hakikate işaret etmezler. bunlara değer katan şey, onları meydana getiren şartlar ve onları anlamlandıran zihnin mana kodlarıdır. ahlaksız ve sorumsuz bir şekilde özgürce yaşamak, zulüm ve haksızlık altında iken barışı kutsamak ya da fitneye sebep olacak kadar doğrucu olmak... acaba ne kadar kabul edilebilir şeylerdir bunlar... ya da sağlığını bozacak şeyler isteyen bir hastaya "iyi" davranarak isteklerini yerine getirmek... eşitlik kavramının üzerine kaldıramayacağı kadar yük yükleyerek kadın erkek, ihtiyar genç, fakir zengin herkesi aynı kefeye koymak ve hepsine "eşit" muamele etmek... bence bu kavramları bizim için yücelten şey, yaptığımız işlerin hikmetine ne kadar sadır olduğumuzda gizlidir. bu yüzden kölelik de insanı bedbahtlığa sürükleyecek bir şey olmak zorunda değildir, hatta kimilerinin davaları ve sevdaları uğruna esareti ya da köleliği özgürlüklerine yeğ tuttukları tarihte çokça vakidir.

sözün özü; sorulara cevaplar görecelidir, insan nereden bakarsa oradan görür ve hayır, vaki olandadır.

esperanza dedi ki...

Mardin'i gece görmedim ben ne yazık ki, günübirlik gittiğim gezide sabah erkenden girmiştik şehre. Midyat'ı görmeden Mardin'i görmüş olmuyor biraz da insan, Mardin'in havasını almış kimi görsem bu cümleyi duydum ağızlarından zira, bu yüzden inş bir gün Mardin'e tekrardan gitme imkanım olursa, bu sefer akşam ezanından sonra Midyat'a girmeyi istiyorum artık.

Ahmet Altan'ın yazısı ile ilgili olarak yazdıklarına katılıyorum. Yalnız ben yazıdan senin çıkarımlarını almadım tam olarak. Mesela şunu sormuşsun:

"..ahlaksız ve sorumsuz bir şekilde özgürce yaşamak, zulüm ve haksızlık altında iken barışı kutsamak ya da fitneye sebep olacak kadar doğrucu olmak... acaba ne kadar kabul edilebilir şeylerdir bunlar.."

Bu şekilde ifadeleri ile hiç kabul edilebilir şeyler değil elbette..Ben eşitlik ve özgürlük gibi kavramları salt sözlük anlamları ile değil, içinde kullanıldıkları metin ve dünya içinde değerlendiriyorum. Özgürlüğümüz tabii ki sınırsız ve sonsuz bir özgürlük olamaz, başkasının özgürlüğünü ihlal sınırına dayandığımız yerde durmaktır esas olan, aksi halde bunun adı özgürlük değil, zorbalık oluverir. yazarın da dediği gibi Özgürlük hakikaten sorularda bence de..

Okuduğumuz her yazıda yazara kuşku ile yaklaşıp, yazılana odaklanmak noktasında da kesinlikle katılıyorum.
Yorumun ve düşüncelerin için teşekkür ederim..

*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?