It has always been a matter of choice. Although all has been written, so to say "maktub", it has been written after you have made your choice. Now it's your turn, just tell me: heads or tails?
25 Ekim 2010 Pazartesi
"Sosyal Medya"
Bu Elma Ailesini seviyorum:)
24 Ekim 2010 Pazar
Don Quixote'ye kim Alonso Quixano olduğunu söyledi?
Kırmızı bir Haftasonu..
23 Ekim 2010 Cumartesi
Yigit Ozgur'un kaleminden..
21 Ekim 2010 Perşembe
bir Atli Karinca, bir Dergah, bir Kule ve bir fincan kopuklu Turk Kahvesi
13 Ekim 2010 Çarşamba
Üç Yoldaş..
10 Ekim 2010 Pazar
Black&White..
Duvarlar boş kalmasın:)
8 Ekim 2010 Cuma
micro aşk hikayesi:)
Hallelujah..Hallelujah..
7 Ekim 2010 Perşembe
Endülüs'ün Süsü ve Bir Gerdanlık..
6 Ekim 2010 Çarşamba
Orhan Veli'nin nesi var?
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
(Orhan Veli Kanık)
Biraz önce Nazan Bekiroğlu'nun Zaman Gazetesi'ndeki köşe yazılarına göz atıyordum. 6 Haziran 2010 tarihli yazısı başlığından mütevellit dikkatimi çekti. Yazarın mezun olan öğrencileri üzerine kaleme almış olduğu bir mezuniyet yazısı esasında. Benim ilgimi çeken ve hafif bir tebessümle yazıyı bitirmeme vesile olan kısım ise, yazarın sonda anlattığı anektod. Bazen içinde bulunduğumuzu hissettiğimiz muammaların çok basit ve tek kelime cevapları olabiliyor. Muammayı anlayınca da çözüme ulaşmaya bir adım yaklaşıyorsunuz. Bu yüzden hissiyatı ve düşünceleri meşgul eden durumlara bir isim koyabilmek önemli. Nazan Bekiroğlu'nun öğrencisi de tam da bunu yapmış. Bunu yaparken de az kelime ile nasıl çok şey nasıl anlatılır onu göstermiş. Buyrun burdan bakın:)
"Her yıl bir "Mezuniyet Yazısı" yazmayı alışkanlık haline getirdiğim söylenebilir belki. Başka türlüsü mümkün değil, mazur görün lütfen. Üstelik şu sevimli hikâye olmasa da bu yazıyı yazacaktım. Ama tebessüm olsun, onunla bitireyim:
"Sen de o gemidesin" telmihli onca "mumdan gemi ateş denizi üzerinde" yüzerken, bu kez taş ırmağına camdan gemiler düşerken final kâğıtlarını okuyorum. Orhan Veli'nin Anlatamıyorum'unu vermişim, düğümü, gelip malûm dizeler üzerine dizmişim: Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel/ Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu/ Bu derde düşmeden önce. Ve sormuşum: "Şair, şarkıların bu kadar güzel kelimelerinse kifayetsiz olduğunu neden daha evvel değil de şimdi fark etmektedir?" Hayret! Sınıfın onca parıltılı öğrencisi teknik meseleler üzerinde oyalanıp asıl cevabı şaşarken, tekrarın tekrarlısı bir kâğıda takılıyor gözlerim. Bir şeyler karaladıktan sonra cevabı bir çırpıda veriyor bizimki:
"Her ne kadar şair 'Anlatamıyorum' dese de ben anladım hocam. Şair âşık".
Yâ Rabbi! Böyle kâğıtları okudukça ben daha nasıl eskirim? Enes, sen çok yaşa e mi!"
4 Ekim 2010 Pazartesi
Kitabin son sayfasi..
Horoz Sekerleri Hic Bitmeyen Cocuklara Ithafen..
Artık ne yaşım var ne de adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!