A'mâk-ı Hayâl'in şerhini okumaya başladım. Bir şeye fazlasıyla şaşırdım, kendime de şaşırdım, bildiğimize duyduğumuz sonsuz güvene de.
Leylâ ve Mecnun'un hikayesinde temelde söylenen Mecnun'un Leylâ'dan Mevlâ'ya geçme faslını ben beşeri aşk yolu ile Mutlak Aşk'a ulaşma yolculuğu olarak algılardım. Bu şerhte aşağıdaki paragrafı okuyunca, altımdan sandalyem çekilmiş gibi hissettim.
“Mecnûn’un Leylâ’ya aşkı başlangıçta beşeri bir aşk idi, sonradan Leylâ yerine Mevlâ’yı buldu ve aşk ilahi aşka dönüştü” gibi basit bir yorumu tamamen terk etmemiz gerekir. Leylâ ve Mecnûn hikayesi ilâhî aşkı da anlatmaz. Mecnûn; kendisini Ahad’dan ayrı bir varlık zanneden bilincin tekrar Leylâ’ya; yâni kendi Ahadiyetine dönüşünün hikâyesidir. İnsanın kendi hakikatini idrakidir...Allah’dan gayrı varlığı olmayanın kendine olan aşkıdır. Allah’ın kendine olan aşkının hikâyesidir.
Kitabın tamamında bazen alenen bazen de satır aralarında ama sürekli altı çizilen İki'nin aslında Bir olduğu gerçeği ile birden örtüşüverdi zihnimde yukarıda şerh düşülen bu dipnot.
Öyle ya..
Elîf de Bir, nokta da Bir..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder