Aşağıda ufacık tefecik bir hikayecik bulacaksınız. Başında ve sonunda üç nokta...Başını kaçırmışız ne yazık ki, geçmişte yaşanmış. Ben, yağmur yağmaya başladığı andan itibaren yakalayabildim. Sonunda da sınıfın kapısı kapandı. Sınav kaç saat sürer bilmiyorum. Ben bir ara kontrol eder, yakaladığım yerden, yine size anlatmaya devam ederim..İşte böyle:) İyi okumalar..
...
Yağmur çiselemeye başlamıştı. Henüz araladığı perdeden, cama vurup aşağıya doğru süzülen damlaları seyretti bir süre. Seviyordu yağmuru, pencerenin kenarına oturup damlaların süzülüşünü izlemeyi..bazen saatlerce..hiç sıkılmadan...Zaten gökgürültüsünden de korkmuyordu. Küçük bir kızken de korkmazdı. İzlediği Amerikan filmlerinde, yağmurlu gecelerde gökgürültüsünden korkup, annelerinin yatağına koşuşturan çocukları bir türlü anlayamamıştı bu yüzden. Onunsa hep en iyi arkadaşı olmuştu yağmur. Ne zaman içi sıkılsa, hep yağmurun yağması için dua ederdi. Çünkü bilirdi, her yere düşen yağmur damlasıyla birlikte kederi de toprağa karışacak, yağmur, ruhunun yükünü alıp götürecekti. Sadece sıkıntılı zamanlarında değildi üstelik. Kendini mutlu hissettiğinde de gözleri bulutlara çevrilirdi. Yağmur bir yağsa, kendini dışarıya bir atsa, herkes kapalı mekanlara doğru koşuştururken, o, tembel adımlarla anın tadını doyasıya çıkarsa..İyi günde, kötü günde..hep yanında olsa...esaslı bir sevda gördüğünüz üzere:)
Kızarmış yağlı ekmeğini ve orta demli seylan çayını aceleyle salona getirip, pencerenin yanındaki sehpanın üzerine koydu. Sınavına tam olarak 40 dakikası vardı. Son bir tekrar, kahvaltısını yapmak ve bir yandan da yağmuru seyretmek için yeterli bir süreydi bu. O gün dönemin son finali olacaktı. Bir dönem aslında ne kadar da çabuk geçivermişti. Penceresinden kuleleri görünen kampüsüne doğru baktı. Kampüse yakın bir ev bulduğu için şanslıydı. Yoksa derslerin ancak sonuna yetişebilirdi herhalde. Kendine güldü. Anneciği gerçekten haklıydı. "Şu evde ne varsa, bir hazırlanıp, çıkamazsınız" derdi hep. "5 dakika yarım saat kurtarır." Özellikle de İstanbul'da bu kesinlikle geçerli bir önermeydi. Sınavdan sonra evi aramayı düşündü, annesiyle neredeyse bir haftadır konuşmamıştı. Neden sonra, "40 dakika hakikaten yeterliymiş" diye söylendi, önünde duran sadece bir sayfası çevrilmiş kitabına, yarısı yenmiş tostuna ve neredeyse olduğu gibi duran çayına bakarken. Son bir kez ocağı ve fişleri kontrol edip, aceleyle dışarı attı kendini.
Dışarda yağmur dinmek üzereydi. Taş köprünün üzerinde yer yer küçük gölcükler oluşmuştu bile. Yağmurun tamamen durmadığını, bu gölcüklerde ara ara açılmaya devam eden halkalardan anlıyordu. Adımlarını sıklaştırdı. Köprünün çıkışında yine akerdeon sesleri sokağa yayılıyordu. Yaşlı adam sabah 5'te buraya gelir, saat 8'de akerdeonunu hafiften çalmaya başlardı. Neden bu kadar erken geldiğini ya da o aradaki üç saat boyunca ne yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bir gece güneşin doğmasına yakın uyandığında, pencereden gözüne takılmıştı karanlıkta birinin ya da bir şeyin hareket ettiği. Cama iyice yaklaştığında ise, karanlığa iyice alışan gözleri, önce akerdeonun beyaz tuşlarını, sonra da yaşlı adamı seçebilmişti. Yaşlı adam görünürde hiçbir şey yapmıyordu. Akerdeonu kucağında, öylece oturuyordu sadece. Ya da görebildiği kadarıyla sadece oturuyordu. Hiç güldüğünü de görmemişti bu zamana kadar. Biraz arkadaşcanlısı görünse, aslında yaşlı adama bu işin aslını sormayı aklından geçirmiyor değildi. Ama o gün, yaşlı adam isterse kahkahalarla gülsün, sınavına 5 dakika kalmışken, başını çevirip bakmaya bile vakti yoktu.
Kampüsün büyük demir kapısından geçip, 650 yıllık taş binaya doğru ilerledi. Sınıfta yerini aldığında, hoca, kağıtları dağıtmaya başlamıştı bile..
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder