29 Ekim 2007 Pazartesi

the good old "mikado":)

Once kirmizi-mavi cizgili cubuklari spagetti pisirir gibi tutup, arkadaslarinizla olusturdugunuz cemberin ortasina birakiverirsiniz. Cubuklar tam bir cember olusturursa bi de kendinizle gurur duyarsiniz:) Sonra sirt agrisi cekmek pahasina tum oyun boyunca one dogru egilerek, tum cubuklari, diger cubuklari kimildatmadan teker teker almaya calisirsiniz.






:)"the good old MIKADO"yu hatirladiniz di mi? -ablacim, zeynepcim??:)))




Google'da mikado cubuklarinin resmini ararken, yukardaki fotografi bulunca acayip sevindim:) Niye sevindigimi Ablam ve Zeynep (kuzenim) hemen anlamislardir:) -envai cesitte ve renkte mikado cubuklari bulmaniz mumkun, ama bizim cocuklugumuza damgasini vuran mikado yukardakinin tipkisinin aynisiydi:) Hatta koseye yakin duran tum govdesi mavi sarmali olan cubugu gordunuz mu?? orda, hemen sol ust kosede:) iste o desende sadece bir tane cubuk oldugu icin en degerli ve en cok puana sahip olan cubuk da oydu..yanlis hatirlamiyorsam 20 puandi:) kesik kirmizi-mavi cizgililer 10 puan, tek uclari cigili olanlarsa 1 puandi:)) bir de 5 puanliklar vardi tabii, ama onlari resimde goremedeim. Hafizam beni yaniltmiyorsa kenarlari kucuk kirmizi cizgili, ortasi uzun mavi cizgili olanlardi.

ucumuzun mikado oynamaya dalmis halde bir fotografimiz bile var. Annannemin Edirnekapi'daki evinde sobanin bulundugu holun ortasinda..:)) ablam o fotografi bulup scan ederse size de gosterebilirim sonra:)

Gecen gun nerden karsima cikti bilmiyorum ama "Mikado"nun tarihcesini buldum. Tarihceye gore, Mikado'nun mensei Avrupa olup, 1936 yilinda Macaristan'dan ABD'ye getirilmis ve "cubuk kaldirma" oyunu olarak adlandirilmistir. O zamanlarda muhtemelen "Mikado" adi oyun icin kullanilmiyormus, zira Mikado esasinda bir oyun ureticisine ait bir marka. Oyun daha sonra adini en yuksek puana sahip mavi cubuktan, yani "Mikado"dan (Japonca. Hukumdar) almistir.
-yazar mudahelesi: maviyi tutmakta hakliymisiz yani:P-

Klasik mikado oyunu, farkli degerlere sahip olmakla beraber toplamda 170 puana denk gelen, yaklasik 15 cm. boyundaki 41 cubuktan olusmaktadir. Ilgilenenler icin cubuklarin siniflandirmlasi da soyle ki:

Ad - Agac cinsi - Kod - Puan - Cubuk Sayisi
Mikado- walnut- mavi -20 pts -1
Mandarin -cherry -sari/siyah -10 pts -5
Bonzen -mese -turuncu -5 pts -5
Samurai -beech -yesil -3 pts -15
Kuli (isci) -kul -kirmizi -2 pts -15
(kaynakca: Wikipedia)

p.s. "the Mikado" ayni zamanda Gilbert & Sullivan imzali Japon muzikal komedi klasiginin de adiymis. Google'in faydalari iste:))

25 Ekim 2007 Perşembe

24 Ekim 2007 Çarşamba

kan ve gozyasi..

Turkiye'de olup bitenleri gazeteden takip ediyorum bilhassa son birkac gundur..olanlar gercekten cok uzucu..insan dusunmeden edemiyor. oldum olasi pkk'nin ulkemizin uzerinde kara bir bulut gibi dolastigi bir gercek. ama son gunlerdeki bu "cesaret"leri, tabiri caizse bu gostere gostere vurmalari karsisinda insan sasirmiyor degil..hele de Amerika'nin Irak'ta iyice cikmaza girdigi, daha acik konusmak gerekirse, Turkiye'nin savasa mudahil olmasinin en cok isine gelecegi bugunlerde PKK'nin bu pervasiz adimlarinin arkasinda neyin oldugu sorusunun cevabi yuzumuzde patliyor sanki..

bu kritik gunlerde umarim herkes ve bilhassa hukumet mantigi ve basireti elden birakmaz diye umid ediyorum..Cunku ozellikle insanlarin gelen sehit haberleriyle daha da bir hassaslastigi bugunlerde "savas", "askeri mudahele" sozcuklerine insanimiz daha da bir sicak bakiyor..Ben, bunun gerceklesmemesi icin dua ediyorum. Iki ulkeyi birbirine kirdirmanin ne Turkiye'ye ne de Irak'a bir fayda getirmeyecegi gun gibi asikar..diger ulkeler ya menfaatleri ya da artlarina saklandiklari bahaneleri tukendiginde geldikleri gibi gidecekler, ama sinirlari paylasanlarin komsuluklari devam edecek--ister baris icinde olsunlar, ve isterse de savas..

hem bugunumuz ve de hem yarinimiz icin silahlarin golgesinden uzak bir cozum bulmamiz gerekiyor..her iki taraf da bunu hem kendi insanlarina ve hem de tum insanliga borclular benim gozumde..cunku bu dunyada gereginden fazla kan dokuluyor zaten, gereginden fazla cocuk, silah sesleriyle dolu bir dunyaya gozune acmak zorunda kaliyor..baris adina bir mermi daha sikmak ise devam eden savasa katkida bulunmaktan baska bir ise yaramiyor ne yazik ki..

asagida bugun email grubumda okudugum bir kose yazisini burda sizinle paylasmak istiyorum. Bu vesileyle de hayatlarini kaybeden tum sehitlerimize Allah'tan rahmet, tum yakinlarina da bu cok zorlu sinavlarinda sabirlar diliyorum..

baris dolu, huzur dolu gunlere...

***

Sami Hocaoğlu- Yeni Şafak

Silahların siyaseti siyasetin silahları
19/10/2007


Yoksa “Dağdan yönetilen ülke” başlığını mı
koymalıydım? Vakıa, öyle de olduk. İster kabul edin,
ister etmeyin, ama dağdan yönetildiğimiz bir gerçek.
Eğer dağdan yollanan cenazeler koca bir ülkenin
kimyasını bozuyorsa, siyasal aklını rehin alıyorsa,
evet, buna “dağdan yönetilmek” denir.

Yumuşak karnımız kabak gibi açığa çıkmıştır. Bu
tavrımızla, bu millete oyun oynamak isteyen her kimse,
onlara “gel beni yumuşak karnımdan vur” demişizdir.
Köpürtülen asabiyet, kışkırtılan milliyetçilik, dalga
dalga kabaran ulusalcılık, karnımızın derisini daha da
inceltir.

Buna, hırsıza yol göstermek denir. Sizin kimyanızı
bozmak isteyen herkese ne yapması gerektiğini
öğretmişsinizdir. Sizin kimyanızı bozmak, siyasetinizi
yönlendirmek, size tedbirinizi şaşırtmak isteyen
herkes, hesabını sizi çılgına çevireceğini düşündüğü
cenazeleriniz üzerinden yapar. Ve siz istemeden
çocuklarınızın katillerine hizmet etmiş olursunuz.

Artık, aklınız ipotek altına alınmıştır. Sondan bir
evvelki soruyu dahi soramazsınız: 13 askeri
öldürenlerin ne idüğü belli. İyi de, burada bir
stratejik hata, hiç olmazsa taktik bir hata, ne
bileyim bir ihmal de mi yok? Varsa, bunun hesabını
soran bir merci de mi yok? Bu hesabı soracak olan
millete ise malum medya kullanılarak ha bire gaz
veriliyor.

Peki, bu garip tutum, bu ülkenin kimyasını bozmak
isteyen odakların değirmenine su taşımak anlamına
gelmiyor mu?

Sondan bir önceki soruyu soramayan, sondan iki önceki
soruyu hiç soramaz. Cenaze sayısına indirgemiş bir
güvenlik anlayışıyla çıkarılan Tezkere “Kürt sorunu”nu
çözer mi? Hepsi de kökten laik olan DTP'lilere
saldırmak, meseleyi bitirir mi? Yine kökten laik bir
örgüt olan PKK'yı bitirmek, terörü bitirir mi? Kuklaya
ağzına geleni söyleyip de, iş kuklacıya gelince ıslık
çalan bir anlayış nasıl bir anlayıştır?

Bunu soramayan sondan üç önceki soruyu hiç mi hiç
soramaz: Dün Çanakkale'de omuz omuza savaşıp ölmüş
Türk ve Kürt kavminin çocuklarına bugün birbirini
boğazlatan süreç kimin eseridir? Buralara nerelerden
geldik? Bu süreçte ulus devletin, resmi ideolojinin,
laisizmin, Batıcı taşeronların, köpürtülen
ulusçulukların rolü nedir?

Bundan yüz yıl evvel Irak diye bir devlet yoktu. Evet,
Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet de yoktu. Bundan
yüz yıl sonra olur mu, meçhul. Ama iki Müslüman halk
burada 1000 (yazıyla: bin) yıldan beri var. Dün vardı,
yarın da var olacaklar.

Dün İslam sayesinde kardeşlerdi. Peki, bugün ne
sayesinde düşman oluyorlar? Hiç soran var mı? Bizi
kimler, ne süreçlerden geçirerek bu hale getirdiler?

TSK 23 kez Kuzey Irak'a girmiş. Bu işi bitirememiş.
Kimse de “Niçin bitiremediniz?” diye hesap sormamış.
24. kez girince biteceğine dair bir garanti mi var?
Tamam, ABD ve İsrail'in gerçek düşman olduğunu, Kuzey
Irak'ta Türkiye'nin gerçekte bu güçlerle savaşacağını,
PKK'nın hiçbir şey olduğunu bu vesileyle görmüş
oluruz. (Eğer giriş amacımız buysa, bence -ABD
böylesine çamura çökmüşken- hiç durmayıp girelim de,
'dost ve müttefiklerimizin' maskesini düşürelim) İyi
de, bu güne kadar bu açık gerçeği görmemiş olan,
bundan böyle görse ne olacak?

İsrail uçakları Türkiye hava sahasını kullanarak komşu
ülkeyi bombalıyor, dalga geçer gibi sınırlarımız içine
boş yakıt tankı bırakıyor, bizim hava sahamızı
korumakla görevli olan güvenlik birimlerinden çıt
çıkmıyor. Fakat Kuzey Irak cangılına girmek için
tezkere çıkarılıyor.

Uyarı bir: İki kavmin bin yılı aşan kardeşliğini bozup
arasına kan davası sokacak her hareket lanetlidir.
Bunun kimseye hiçbir yararı yoktur, ama herkese kalıcı
zararları kaçınılmazdır.

Uyarı iki: Türkiye ne zaman silahlı siyasete prim
vermişse, siyaset kendi tabii silahlarından olmuş,
bundan ülkedeki görece özgürlük ortamı fena halde
zarar görmüştür. Bu daha yeni yeni belini doğrultan
siyasetin kendi ayağına kurşun sıkmasıdır. Daha dün
seçimden mutlak galip olarak çıkan iktidar, silahlarla
yönetilmeye hayır diyebilmelidir. “Türkiye cenazelerle
kimyası bozulup tedbiri şaşacak bir 'aşiret' devleti
değildir” denilmelidir. Bu hem Cumhurbaşkanına hem
hükümete karşı kurulmuş bir tuzaktır. Bu tuzağa
düşülmemelidir.

Uyarı üç: Bu ülkenin güvenliği askere bırakılmayacak
kadar önemlidir. 30 yıldır devam eden “terörle
mücadele” yönteminin iflas ettiği ortadadır. Mevcut
konsept işe yaramamış, terörü daha da azdırmıştır. Bu
yöntemi sürdürmek isteyenler, önce başarısızlıklarının
hesabını bu millete vermelidirler.

Bu ülkenin kurucu unsuru olan biz Müslümanlar, %
47'lik bir iktidarın dahi bunu başaramayacağını
biliyoruz. Ama mevcudun gerisine düşen bir Türkiye de
istemiyoruz.

Zira biliyoruz ki, silahların siyaseti hâkimse,
siyasetin silahları susmuş demektir. Bunun anlamı,
sözün gücünün yerini gücün sözünün almasıdır. Bunun
anlamı, “konuşa konuşa anlaşmanın” yerini “vuruşa
vuruşa kırılmanın” almasıdır. Büyük ailemizin gerçek
düşmanlarının istediği de budur.

Hz. Musa'nın Kur'an'daki duasına katılalım:
“İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder
misin Allah'ım!”

22 Ekim 2007 Pazartesi

..ve bir film.."Pan's Labyrinth" -El Laberinto del Fauno- by Guillermo del Toro...Yetiskinler Icin Bir Peri Masali..

Gecen gun beni gercekten etkileyen bir film seyrettim..Filmle ilgili detaylari sizinle de paylasmak istiyorum, imkan bulabilirseniz kacirmamanizi siddetle tavsiye ederim..Iyi seyirler..



***

Long ago in the Underground Realm where there are no lies or pain,
there lived a Princess who dreamt of the human world...
She dreamt of blue skies, the soft breeze and sunshine...

One day eluding her keepers, the Princess escaped...

Once outside, the brightness blinded her and erased her memory...

She forgot who she was and where she came from. Her body suffered cold, sickness and pain. Eventually she died...

Her father, the King, always knew that the Princess would return,

perhaps in another body, in another place, at another time...

And, he would wait for her, until he drew his last breath,
until the world stopped turning...
***
Meksikali film yazari ve yonetmen Guillermo del Toro imzali "El Laberinto del Fauno" 1944 Ispanya'sinda gecmektedir. Ispanya Ic Savasi (1936-1939) henuz sona ermistir. Ancak savasin bitimi barisin habercisi olmaktan cok uzaktir. Film, savas sonrasi General Franco baski rejiminde iki ayri mucadelenin oykusunu aktarmakta beyaz perdeye: fasist rejime karsi durmaya calisan halkin direnisinin ve 11 yasindaki kucuk bir kiz cocugunun bir korku filmini andiran gerceklerin dunyasinda kendince olusturdugu gizemli, karanlik ve kimi zaman tuyleri urperten peri masalinin icindeki yolculugunun..

Film, adini hikayede onemli bir rol ustlenen gizemli yaratiktan almakta. Pan, mitoloji'de yari keci yari insan gorunumundeki surulerin ve cobanlarin tanrisinin adidir. Mitolojide elindeki flutuyle koyun surulerinin arasina dalip, surude panik yarattigi ve cikan karmasadan zevk aldigi yazar. Zaten 'panik' kelimesi de surude ortaya cikan, Pan'in getirdigi 'Pan-ik'ten gelmektedir.


Hikayeye donecek olursak, izleyecek olanlar icin buyuyu bozmamaya calisarak sunu soylemem yeterli olacaktir: Film, babasini yillar once kaybetmis, 11 yasindaki Ofelia (Ivana Baquero)'nin, uveybabasindan olan kardesine hamile annesi, Carmen (Ariadma Gil) ile birlikte yeni "evine" (!) olan yolculugu ile baslar. Ofelia'nin uveybabasi Ispanya Ic Savasi'nin zalim komutani Capitan Vidal (Sergi Lopez)'den baskasi degildir. Carmen, Komutan Vidal'in Ofelia'yi benimsemesi konusunda endiselidir, ve bu nedenle yol boyunca surekli Ofelia'nin iyi bir kiz olmasi yonunde nasihatler vermekte, yeni evlerinde cok mutlu olacaklarini tekrarlamaktadir. Ancak herkesin cok yakinda ogrenecegi gibi, Komutan Vidal'in bekledigi yeni bir aile degil, sadece ve sadece Carmen'in karnindaki ogludur.

Film, savas sonrasi fasist zulum ve baski, ve buna karsi koymaya calisan cumhuriyet yanlilarinin mucadelesi ile Ofelia'nin hem gercek hayatta yasadigi ve hem de peri masalininda yasadigi mucadeleyi basariyla izleyicisine sunmakta.
--
Fimin sonuna kadar, del Toro, izleyicisini gercegin mi yoksa peri masalinin mi daha gercek oldugu ikilemi icerisinde birakmakta..Zaten filmin sonunun bir trajedi mi yoksa bir masalin gercege donusmesi mi olduguna karar vermeyi de izleyicisine birakiyor del Toro.
--
Kisaca, okudugum yorumlardan birinde yazdigi gibi:
--
"Iyiler iyi, kötüler kötü, ortası yok. karakterler kara kalemle karikatürize, tıpkı çocuk masallarında olduğu gibi ama kesinlikle çocuklar için olmayan bir masal bu. Kan ve şiddet birkaç sahnede uzakdoğu filmlerini aratmayacak cinsten. Hikayenin işleyişi ise tıkır tıkır, paralel raylarda hareket eden iki tren. biri dağlarda gerilla savaşının ortasında bir yaşam mücadelesi, diğeri ise küçük kızın içinde bulunduğu korkunç gerçeklikten kaçmak için kendine bir dünya yaratması. hem de Bjork'ten çaldığı bir fikirle: "one day i found a big book buried deep in the ground, i opened it but all the pages were blank, to my surprise it started writing itself, one day i found a big book buried deep in the ground..."(Bachelorette) Işte bu noktadan sonra Ofelia'ya inanıp inanmamak size kalmış. "Dolapta canavar var" diyen mızmız ufaklıklardan mı, yoksa yeraltı dünyasının kayıp prensesi mi? final ise nefis; iyimserseniz masala inanabilirsiniz, and they lived happily after... şayet bardağın boş kısmını görenlerdenseniz de alın size boğazınızda yumruk hissettirecek cinsten küçük bir trajedi."*
*bkz. www.eksisozluk.com -baslik: el laberinto del fauno, yazar: arsonist, 8 numarali entry.

19 Ekim 2007 Cuma

Bir kitap.."the Paper Men"

Okulun kütüphanesinin dışında , şehir kütüphanesine de öğrenci kimliğimizle üye olabiliyoruz. Geçtiğimiz haftalarda da şehir kütüphanesinde bizim sahaflardakine benzer oldukça uygun fiyata kitap satışı vardı. Samira ile oraya gittik. Samiranın da benim gibi lisansı edebiyat üzerine..burda da gazetecilik okuyor..Kütüphaneden toplamda $ 3.75 cent vererek :) üç adet roman aldım: "The Paper Men" -William Golding, "The Book of Ruth" -Jane Hamilton, ve Angela Carter'in "Wise Children" adlı romanı..

Geçtiğimiz gün Golding'in "The Paper Men" adlı kitabını bitirdim. Farklı tadı olan bir kitaptı, alışılagelmişin dışında..191 sayfalık romanı aslına bakarsanız bir cümlede bile tanımlamak mümkün olabilir: "İngiliz roman yazarı Wilfred Barclay'in ün, başarı, zenginlik ve kariyerinin doruğuna ulaşmasından sonra yaşadığı alkolizmin eşiğindeki orta-yaş sonrası krizi, ve bu krizi esnasında yazarın yasal biografisti olmak için onu bir gölge gibi takip eden ve Barclay'in zamanla ortaya çıkan paranoyasının başkahramanı olan Amerikan İngiliz Edebiyatı Profesörü Rick L. Tucker'ın saklambaç kıyamındaki girift ilişkisi"ni konu almakta roman.

Golding aynı zamanda eserleriyle 1983 Nobel Edebiyat Ödülü'ne de layık görülmüştür. Aşağıda "kitabın künyesi" :

Adı: The Paper Men (Kağıttan Adamlar)
Yazarı: William Golding
Yayım Tarihi: 1984
Ana Kahramanlar:
Wilfred Barclay
Rick L. Tucker
Elizabeth (Barclay'in boşandığı eşi)
Emma (kızları)
Mary Lou (Tucker'in eşi)
Mr. Halliday (Barclay'in biyografisini yazması için Tucker'i görevlendiren, ve roman boyunca Barclay'in bir karabasan haline dönüştürdüğü zengin edebiyat sever)

Alıntılar:
...I could not think anything or see anything but the truth. I saw that I had been planned from the beginning. I had my place in things. It did not matter what I had done or would do. I had been created by that ghastly intolerance in its own image. You may possibly recognize what I am talking about though it would be better for you if you did not. I saw I was one of the, or perhaps the only, predestinate damned. I saw this hotly and clearly. In hell there are no eyelids.

...In fact the biography will be a duet, Rick. We'll show the world what we are -paper men, you can call us. How about that for a title?
...However -this time! Yes, I did give up again for good and life became dull. I got sober and happy and being happy proved to be dull after a bit but one mustn't complain of bread-and-butter, but eat it up, expecting cake later.

...Ha et cetera...

---

18 Ekim 2007 Perşembe

ben de mi "hacklendim" ne!! :(

Herkese selamlar,

Bu gectigimiz hafta icinde benden(!) iki adet email almis olabilirsiniz: biri 'bedava kontor' ile ilgili, digeri de 'dating' -bir sevgili bulma sitesi reklami ile ilgili:O :( :/

Simdi:), birinci emaili pek kafama takmamistim acikcasi, bir defalik SPAM mail zincirine kurban oldugumu dusunmustum, ama bu ikincisini de alinca, bir "ve" daha, ve bunu uzerine "ne is?" gibilerinden de bazi mailler alinca, dedim bu ise bir el atmanin zamani gelmis de geciyor..

madde bir, tabii ki bu mailleri ben atmiyorum:) bu tur bir virusun bulasmasina mahal verecek sitelerde de gezmiyorum..Allah'im ben nelerin aciklamasini yapiyorum boyle??:) neyse, sozun ozu, bilgisayar camiasindan da pek anlayan biri olmadigim icin, halihazirda olup biten benim icin halen bir muamma..

madde iki, bu sabahki ilk soku atlattim sayilir:) simdi 'action zamani"..ilk olarak sifremi degistirdim, umarim daha fazlasini yapmama gerek kalmadan bu illetten kurtulurum..olmadi, napalim, email adresimi iptal etmek zorunda kalacagim..bu email adresimi ismim ve soyadimi acikca gosterdigi icin cok seviyorum acikcasi..bir de simdi yeni email adresini herkese gonderme derdi var..hadi ben gonderdim, ama irtibatlarin hepsinin adres degistirme zahmetine girip girmeyecegi konusunda suphelerim mevcut..bakalim, hayirlisi..bekleyip, goricez:)

madde uc, bu bir yok edilebilir virus mu, yoksa ben de artik bir hacker kurbani miyim, dedigim gibi su an tam olarak emin degilim..burada bilgisayardan anlayan bazi arkadaslari bu muaammayi cozmeleri icin seferber etmeyi dusunuyorum..

madde dort, ola ki sifre degisikligi ise yaramaz, ve benden yine abuk ya da daha da kotusu sabuk bir email alirsaniz (mazAllah:)), 'vah, goruyor musun, Amerika kizcagizi nasil da degistirdi??' soylemlerinin uzagindan yakinindan lutfen gecmeyiniz..asayis berkemal..sorun yok:)

madde bes, bu maddeleri tanidik tanimadik herkese yayabilirsiniz..(ya da tanimadiklara yaymaniza zannedersem pek gerek yok su an icin:P)

madde alti, Ne diyelim, gazamiz mubarek olsun:))

13 Ekim 2007 Cumartesi

Alabama'da Ramazan baska olur..

Bugun bayramin birinci gunuydu..aslinda ben bayrami cuma gununden kutlamaya basladim..malum bayramin baslangicina dair bazi farkliliklar oluyor Arap ulkelerinde. Burada da Suudi Arabistan'a tabi olundugu icin (zannedersem:P) bayramin ilk gunu bugun kutlandi.

Ailemden uzakta ilk bayramim oldugu icin, cok buruk gececegini dusunuyordum..Her ne kadar evde olabilmeyi, sabah annemin bizi "bugun bayram, hadi' diyerek erkenden kaldirmasini, hepberaber balkonda yaptigimiz mukellef kahvaltiyi, ustumuzu giyinip, yas sirasina gore siraya girip:P anne-babamin elini opmemizi (ve harcliklarimizi almayi:P-naparsiniz bayram yasa bakmiyor-neyse ki:P), sayilari her gecen gun ne kadar azalsa da, kapiya gelen cocuklara seker vermeyi, akraba ziyaretlerini ve daha bircok seyi..cok arasam da, yine de Allahima sukur, bugun cumbur cemaat bir bayram gunu gecirdim:)

Bayramin ilk gunu serefine 25 kadar arkadasi yurda davet edip, yemek verdik..Her zamanki gibi Arap, Hint ve Turk mutfagindan yemeklerimiz vardi monumuzde..Turk yemeklerini Ezgi ile beraber yaptik..Ben salata kismini aldim: patlican salatasi, pembe salata (mor lahana salatasi), yogurtlu havuc salatasi, garniturlu makarna salatasi, patates salatasi..:)..baska bir salata cesidi kalmadi galiba:P Ezgi'ninkiler daha bir super, buyrun bakin: kisir, patatesli pogaca, muzlu kek..pogaca superdi..annecimin pogacalarini hatirladim:)) ezgi, dun de zaten kahvaltiya cagirmisti beni, patatesli borek yapmisti!!unlem isareti koyuyorum, cunku benim bulundugum sehirde borek yapmanin imkani yok, cunku yufka yok:( Ezgi, Turkiye'den kurutulmus yufka getirmis..onunla yapmisti:))dun bir kez daha farkettim, boregi baya ozluyorum..zaten bi borek, bi kofte, bir de sarma:)) en acilinden olanlar...:D






Ezgi & Bendeniz -----------------------Burcin, Ezgi, ben & Hazar

12 Ekim 2007 Cuma

MBA CLUB..

Okulda Management (Yonetim) departmaninda Hint asilli Dr. Borah adindaki hocanin asistanligini yapiyorum yaz doneminden beri. Haftada 10 saat, arastirmasi icin makale yaziyorum. Yaz donemindeki proje konusu "CEO Ucretleri" idi. Bu donemdeki konu ise "Firmalarin buyume potansiyeli" uzerine. Bu proje aslinda bir vaka analizi olacak, ve bilhassa Wal-Mart uzerinden bu konuyu inceleyecegiz.

Bu postu yazma nedenim tabii ki asistanlik gorevlerim degil:) (Aslinda yazdigim makaleleri burada yayinlamak isterdim, ama her ne kadar ben yazmis olsam da departmanin mulkiyeti altinda oldugu icin etik olacagini zannetmiyorum.) Dr. Borah ile bir gun konusurken, universitede 3 sene kadar once kurulan ama halihazirda inaktif durumda olan MBA Klubu'nu sordum. Sormamla da zaten, "Bu klubu aktif hale getirmek ister misin?" demesi bir oldu:)

Simdi klup yaklasik bir aydir aktif..Ve ben hayatimda ilk defa bir klubun baskanligini yapiyorum:) Dr. Borah beni ilk sectiginde, biraz endiselenmistim..Ama bir aydir cok severek yapiyorum simdi:)) Benim icin de cok degerli bir tecrube oluyor kesinlikle..Toplanti gundemini belirlemek, onu yonetmek, insanlara gorev taksimi yapip, devamli kontrol altinda tutmak..insani kesinlikle cok yonlu olarak gelistiriyor..Bu hafta Persembe gunu de ilk organizasyonumuzu gerceklestirdik klup olarak..Bu eyalette halihazirda devam eden en buyuk projelerden birinin (Alabama Railcar Project) Proje Muduru, Mr. Craig Linhoss, misafir konusmaci olarak universiteye geldi. Konferansin sunumunu da ben yaptim:) acilis ve kapanis konusmalarini..acilis konusmasinda biraz tedirgindim, o yuzden biraz hizli konustum galiba:P ama kapanista Allah sukur gayet rahattim..Sonucta her ne kadar daha iyi olabilirdim desem de, yuzumde (daha dogrusu yuzumuzde) mutlulukla bitirdik konferansi:)

Asagida konferanstan bazi fotograflar var..




Mr. C. Craig Linhoss

Misafir konusmacimiz, Universite hocalarimiz ve klup uyeleri ile birlikte..


Klup Sekreterimiz Kenya asilli Jignya ile..

p.s. Fuarda da uzerimde ayni kiyafetim vardi:) Burada herkes spor kiyafet giydigi icin klasik kiyafet giymek biraz abes kaciyor burda..O yuzden benim de cogunluk kiyafetim spor oldu..Reyyanun, bana bi kac bisey postalasana:) :P

9 Ekim 2007 Salı

Bulutlarin ustunde:))))

Ucakla yolculugun en sevdigim anlari: bir, tekerleklerin pistten ayrildigi an, ikincisi de ucagin bulutlarin icinden gecip, ustlerine ciktigi an.. Iste bunu seviyorum:))) Bu zamanlar sanki pamuk yiginindan olusan bir okyanusa bakiyor gibi oluyorsunuz:))) Tipki boyle:










A, bi de ucakta ufak bir cekim yaptim, Huntsville'e inmemize 10 dakika kala..1.30. dakikadan sonra ucakta donus yaptigi icin, yeryuzunun tabiri caizse yamuldugunu, ve dunyanin yuvarlikligini secebiliyorsunuz:))) Tipki boyle:


Fuar, tanidik yuzler, haftasonu Orlando:)

Haftasonu IBIE (International Baking Industry Exposition) -Uluslararasi Unlu Mamuller Fuarina katilmak icin Orlando'ya gittim. Ama gitme nedenim sadece bu degildi, esasinda asil gitme nedenim bizim gruptan tanidik simalarin da fuara katilacak olmasiydi. Nitekim Turkiye'den 10 kisilik bir grupla vakit gecirme imkani buldum. Grupta ABP projesinden Tulin Hanimcim, Bora Bey, Osman Bey ve Evren Hanim; grup firmalardan ise Fatih (Oncu) Bey, Serdar Bey, Omer Naci Bey, Mohor Bey, Devrim Bey ve Ilhan Beyler vardi. Grup Cuma aksami Orlando'ya gelmis, ben de onlara Cumartesi aksami katildim. Rosan Shingle Creek Hotel adinda gayetten sik bir otelde kaldik:) Tulin Hanima oda arkadasi oldum, odada iki yatak oldugu icin de kacak kalmam sorun olmadi:)


Tulin Hanim, ben, Omer Naci Bey, Bora Bey

Pazar gunu fuara gittik..Fuar cok buyuk olmadigi icin (sadece tek bir kattan olusuyordu), ve daha cok firin makineleri agirlikli oldugu icin ABP grubunun fuari gezmesi icin 4 saat yeterli oldu. Ben de zaten bu gruba katildim Orlando'da kaldigim sure boyunca. Hem fuari gezdim, hem de buyuk firmalara yaz stajim icin cv'mi biraktim. Yalniz ayakkabilarimin topugunun dozunu biraz fazla kacirmisim galiba, butun gun onlarla yol teptikten sonra, gun sonunda otele geldigimizde ayakkabilari cikardiktan sonrasini hatirlamiyorum:P


Kucuk bir dipnot:) bazi standlarin onunde biraz (!) fazla takildigimiz da olmadi degil..

Fuardan kalan diger zamanlarda da Orlando'yu, Disney Downtown'u ve magazalari gezdik. Velhasili kelam, cok zevkli bir haftasonu gecirdim. Ayrica grupta onceden tanimadigim insanlarla da tanisma imkani buldum.

Pazartesi gunu saat 5'te ucagim vardi, Grup da zaten sali gunu yani bugun dagildi: ABP grubu Boston'a, diger grup Mexico City'ye gececekti..

Gereksiz bir detay:P : Havaalanina ucagim rotarsiz Florence saatiyle 6'da indi. Atlanta'dan gelen bir arkadas beni havaalanindan alacakti. Ancak Atlanta'dan gec yola cikmak durumunda kaldigi icin ben de havaalaninin onundeki bankta, havanin kararmasiyla yanan sokak lamlasinin altinda, ucak motor gurultusunun disinda tamamen sessiz bir ortamda 2 saat kitap okuma mutluluguna eristim:)) hey edebiyat, sen nelere kadirsin:)))

*Secimler hep vardi.Her sey kaderde yazili olsa da -maktub-, oraya sen secimini yaptiktan sonra yazildi. Ve simdi sira sende, sadece soyle bana: YaZi mi yoksa TuRa mi?